İLK DÖNEM ESERLERİ-38

İfade-i Meram

İKİNCİ NOKTA: Kâinatın iki ciheti var—aynanın iki vechi gibi: Biri mülk, biri melekûtiyet. Mülk ciheti ezdadın cevelangâhıdır. Hüsün-kubh, hayır-şer, sağîr-kebîr gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz edilmiş, ta dest-i kudret zahiren umur-u hasise ile mübaşir olmasın. Azamet, izzet öyle ister. Hakikî tesir verilmemiş; vahdet öyle ister.

Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka şeffafedir; teşahhusat karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlıka müteveccihdir. Terettüp, teselsül yoktur. İlliyet, mâlûliyet giremez. İ'vicâcâtı yoktur. Avâik müdahale edemez. Zerre, şemse kardeş olur.

Kudret hem basit, hem nâmütenâhi, hem zâtî; mahall-i taallûk-u kudret hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü, cemaat ferde rüçhanı, küll cüz'e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.

ÜÇÜNCÜ NOKTA:

"Onun hiçbir benzeri yoktur." Şûrâ Sûresi, 42:11.

"En yüce sıfatlar Allah'a mahsustur." Nahl Sûresi, 16:60.

Temsil, tasviri teshil ettiğinden, temsilâtla bu gàmız noktayı tefhime çalışacağız.

Meselâ, şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Meselâ, kâinat, hailsiz şemse müteveccih olmak şartıyla, mütefavit cam parçalarından farz edilse, timsal-i şems zerrede, sath-ı arzda, umumda müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz bir olur. İşte şeffafiyet sırrı.

Meselâ, noktalardan terekküp eden bir daire-i azîmin nokta-i merkeziyenin elinde bir mum ve muhitteki noktaların ellerinde birer ayna farz edilse, nokta-i merkeziyenin verdiği feyiz, müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakuzsuz, nispeti birdir. İşte mukabele sırrı.

Meselâ, hakikî bir mizanın iki gözünde iki şems, iki yıldız, iki dağ, iki yumurta, iki cevher-i fert, hangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvetle, hassas terazinin bir kefesi Süreyyaya, bir kefesi serâya inebilir. İşte muvazene sırrı.

Meselâ, en azîm bir gemiyi, bir çocuk dahi oyuncağını çevirdiği gibi çevirir. İşte intizamın sırrı.

Meselâ, bir mâhiyet-i mücerrede bütün cüz'iyyâtına, en asğarına, en ekberine, yorulmadan, tenakus etmeden, tecezzîsiz bir bakar. Mülk cihetindeki teşahhusat, hususiyat müdahale edip tağyir edemez. İşte tecerrüdün sırrı.

Meselâ, bir kumandan arş emriyle bir neferi tahrik, bir orduyu tahrik eder. İşte itaat sırrı.

Zira herşeyin bir nokta-i kemâli ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil ihtiyaç, muzaaf ihtiyaç aşk, muzaaf aşk incizaptır. Mâhiyât-ı mümkinatın mutlak kemâli, mutlak vücuttur. Hususî kemâli, istidadatını bilfiile çıkaran has vücuttur. Bütün kâinatın kün emrine itaati, bir zerre neferin itaati gibidir. Kün emr-i ezelîsine mümkinin itaat ve imtisalinde, meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizap mümteziç, mündemiçtir. Nukat-ı selâse, hususan Üçüncü Noktadaki esrar-ı sitte ile, mülk ve mümkin canibinde değil, melekûtiyet ve kudret-i ezeliye cihetinde nazar edilse, istinkâra incirar eden istib'ad zâil ve nefis mutmainne olur. Şöyle:

 

Madem ki, kudret-i ezeliye gayr-ı mütenâhiyedir, zâtiyedir, zaruriyedir. Herşeyin lekesiz, perdesiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir, ona mukabildir. İmkân itibarıyla mütesavi, mütevazinü't-tarafeyndir. Şeriat-ı fıtriye-i kübrâ olan nizama mutîdir. Avâik ve hususiyat-ı mütenevviadan cihet-i melekûtiyet mücerrettir. Küll-ü âzam, cüz-ü asğara nispeten, kudrete karşı ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. Haşirde bütün zevi'l-ervâh ihyası, mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineği baharda ihyâ ve in'âşından kudrete daha ağır olamaz. Mezkûr üç nokta dikkat-i nazara alınsa görünür ki, “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” mübalâğasız, mücazefesiz doğrudur, haktır, hakikattir.

"Allah'ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim."

Sofiye meşrebinden kat-ı nazar, İslâmiyet vasıtayı red, delili kabul ve vesileyi nefiy, imamı ispat eder. Başka din vasıtayı kabul eder.

Bu sırra binaendir ki, Hıristiyanda servet ve rütbece yüksek olanlar, ziyade dindardır. İslâmiyette avam ise, servet ve rütbece yüksek olanlardan ziyade dine merbuttur. Zira bir zîrütbe enaniyetli bir Hıristiyan, ne derece dinde mütesallip ise, o derece mevkiini muhafaza ve enaniyeti okşar, kibrinde imtiyazından fedakârlık etmez. Belki kazanır.

Bir müslim ne derece dine mütemessik ise, o derece kibrinden, gururundan, hatta izzet-i rütebîden fedakârlık etmek gerektir.

DEVAM EDECEK