İLK DÖNEM ESERLERİ-32

İşârât

Tabaka-i süflâdan, tabaka-yı ulyâya karşı ihtiram, itaat, tahabbüb yerine, yalnız ihtilâl sedası, haset sayhası, kin enîni, nefret velvelesi, intikam feryadı yükselip işitilir.

Tabaka-yı ulyâdan, tabaka-i süflâya merhamet, ihsan ve taltife bedel, yalnız zulmün ateşi, tahakkümün sâikası, tahkirin ra'dı iniyor.

İşte bu hâlet-i ruhiyedendir ki, sebeb-i tevazu ve terahhum olan havastaki meziyet, tekebbür ve gurura sebep olmuştur. Şefkate, acımaya ve yardıma sebep olan fukara aczi, avamın fakrı, esaretlerine, sefaletlerine sebep olmuştur.

Eğer şahit istersen, âlem-i medenînin fesat ve rezaletine bak; zaman çok şahitleri gösterecektir.

Elhasıl, tabakatın musalâhası, birbirine yakınlaştırmasının çare-i yegânesi, erkân-ı İslâmiyetten olan zekâtı, heyet-i içtimaiyenin tedvirine vâsi, âli düstur ittihaz etmektir.

İslâmiyette en büyük kebîre olan ribâyı, vesâiliyle ilga etmektir. Adalet-i Kur'âniye âlem kapısında durup, ribâya "Yasaktır, girmeye hakkın yoktur" der.

Zaman ihtiyarlandıkça Kur'ân gençleşiyor, rumuzu, tavazzuh ediyor.

Mesela, “Eğer sizden (sabırlı) yirmi (kişi) bulunursa (iki yüz kişiye gâlip gelir. Sizden sabreden yüz kişi olsa, kâfirlerden bin kişiye gâlip gelir. Çünkü onlar anlayıştan mahrum bir topluluktur.)" Enfâl Sûresi, 8:65. ilâ ahir.

Mesela, "Denizde akıp giden gemilerde..." ilâ ahir.

Mesela, "Uhdud Ashâbına lânet olundu. (Tutuşturdukları ateşin karşısına oturur, mü'minlere yaptıkları işkenceleri seyrederlerdi.)"  ilâ ahir. Meselâ, meselâ... ilâ ahir.

S - Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilâli ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?

C - Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.

Şu "Said" yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Said'ler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de, mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said'i atar, Yeni Said'i giyer.

İn'ikâs ya hüviyeti veya hüviyetle hâsiyeti, veya hüviyetle mahiyeti tutar.

Birbirinden eltaf ve eşeff, kudretin çok âyineleri vardır. Camdan suya, sudan havaya, havadan esire, esirden âlem-i misâle, hatta zamana, hatta fikre, ilâ âhir, tenevvü ediyor. Suda kesifin aksi, aslın aynı değilse, nuranîde gayrı da değil... Havada aynıdır. Hava aynasında bir kelime milyonlar kelimat olur. Kudretin şu matbaasında sırr-ı tenasülü, kalem-i sun-u İlâhî acip istinsah ediyor.

"Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah'ın şânı ne yücedir!" Mü'minûn Sûresi, 23:14.

Misleyn telâkki edilen zıddeyn

Zevkî olan sofiye vahdetü'l-vücudu, Allah hesabına kâinatı inkârdır.

Fikrî olan felsefe ve zaifü'l-itikadların lisânında olan vahdetü'l-vücud ise—hâşâ—kâinat hesabına Allah'ı inkârdır.

Biri vahdetü'ş-şuhud, diğeri vahdetü'l-mevcudu tazammun eder. Eyne's-serâ mine's-Süreyyâ.

Nazar mesele-i zevkiyede tasarruf etse bozar. Zevkî, keşfî olan emir, nazar-ı fikir mizanıyla tartılmaz; ona inse katılaşır, çirkinleşir.

Meselâ, toprak altında bir çekirdek; havada ondan çiçekli bir sümbül var. Âlem-i turabda nazar, çekirdeğe dikkat etse, ince esasatı görür. Hava âlemindeki müzehher sümbülü onlara irca ile izah edemez. Çekirdek içine sıkıştıramaz. İşte zevk burada bakar, nazar orada... Rüyet değişir.

Bîçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.

Demişler: “Her türlü kusurdan münezzehtir o Zat ki, şiddet-i zuhurundan gizlenmiştir.”

Ben de derim:

“Evet, adem-i zıttı olmadığından istitar etmiş olan Zât-ı Akdes her türlü noksandan münezzehtir. Cennet olmasa, Cehennem tâzip etmez. Zemherir olmasa, yakmaz. Mugaddîlikte ikisi bir iken, hevesî san'atlar birinin kıymetine vergiler ilâve ediyor.”

DEVAM EDECEK