KIBRIS SATRANCI
19/10/2025 de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşti.
Yakın geçmişe bakarsak, adadaki siyasi tablo iki ana eksen üzerinde şekilleniyor: Bir yanda federal çözüm arayışını savunanlar, diğer yanda ise iki devletli çözüm tezini destekleyenler. Özellikle son yıllarda Türkiye, uluslararası arenada net biçimde iki egemen devlet modelini ön plana çıkarıyor. Bu yaklaşım, 2020’deki Kuzey Kıbrıs seçimleriyle daha da belirginleşti; Ankara, “federasyon masası” yerine “eşit egemenlik” zemininde duruyordu.
Türkiye açısından bakıldığında, mesele yalnızca kardeşlik değil; jeopolitik varlık meselesi.
Yakın geçmişte yaşananlar
- Maraş’ın kısmen açılması,
- Türkiye’nin BM nezdinde iki devletli çözüm önerisini resmileştirmesi,
- Rum kesiminin AB içindeki tutumu
Türkiye’nin pozisyonunu daha da sertleştirdi. Türkiye “adil bir paylaşım” değil, “egemen eşitlik” istiyor. Yani masada taraf değil, ortak olmak.
Türkiye açısından Kıbrıs’ın geleceği, artık “çözüm mü olur, olmaz mı” tartışmasından çok “hangi zeminde çözüm olur” sorusuna sıkışmış durumda. Uluslararası konjonktür, kısa vadede birleşik bir Kıbrıs fikrine kapı aralamıyor.
Kıbrıs, Avrupa için sadece bir ada değil, Doğu Akdeniz’in enerji kilidi. ABD içinse, Rusya’ya, İran’a ve kısmen Türkiye’ye karşı bir jeopolitik ileri karakol.
Avrupa Birliği, özellikle Rus gazına bağımlılığın Ukrayna savaşıyla yarattığı krizi gördükten sonra, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerini alternatif enerji kaynağı olarak konumlandırdı. Bu rezervlerin önemli kısmı — Leviathan, Afrodit, Zohr sahaları — İsrail, Mısır ve Kıbrıs açıklarında yer alıyor.
AB ülkeleri (özellikle Fransa, Almanya, Yunanistan) bu bölgede Türkiye’nin tek başına oyun kurucu olmasından rahatsız.
Bu yüzden Rum kesimine siyasi meşruiyet, ekonomik destek ve askeri ortaklık sunarak Türkiye’yi çevreleyen bir denge politikası izliyorlar.
ABD ne yapıyor; niyeti nedir? Yine fıtratına uygun hareket ediyor, çözüm görünümlü kriz – kontrol hattında…
Ada birleşsin ya da birleşmesin, Amerikan enerji şirketleri (ExxonMobil, Chevron) bölgede faaliyet göstersin, NATO’nun güney kanadı istikrarsızlaşmasın, Rusya’nın Akdeniz’deki etkinliği sınırlansın.
Avrupalılar “barış süreci” diyor, Amerikalılar “çözüm inisiyatifi”. Ama her iki kavram da enerji güvenliği ve jeopolitik denge için söylenmiş diplomatik kılıflardan ibaret.
Kıbrıs’ın doğusunda yatan gaz, batısında yatan tarih kadar ağır. Ve her iki taraf da bunu biliyor.
Kıbrıs bugün, belki de Akdeniz’in en sessiz ama en yoğun cephesi. Sular sakin görünüyor ama altından büyük hesaplar geçiyor. Ve Türkiye, o suların nereye aktığını çok iyi izliyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini CTP’li Tufan Erhürman kazandı.
Şimdi gelelim içeriye…
CTP’nin ideolojik olarak Türkiye’deki CHP’ye yakın bir hatta durduğu bilinir.
Kıbrıs sorununda federal çözüm, iki toplumun siyasi eşitliğe dayalı birleşik bir devlet altında yaşaması, fikrini savunur.
Bu yaklaşım, Türkiye’deki AK Parti’nin benimsediği “iki egemen devlet” tezine ters düşer.
Dışardaki gerilim bize yeter mi tabi ki hayır bize içerde de gerilim lazım.
Devlet Bahçeli hemen açıklamasını yaptı: “sonuçlar az bir katılımla gerçekleşmiştir. Seçim sonucu seçim kurulu tarafından açıklanmış olsa dahi KKTC parlamentosu hemen toplanmalı federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli ve Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almalıdır” dedi.
Neyse ki Kıbrıs’ı kapatın demedi, Kıbrıs diye bir yer yoktur da demedi. :)
Sayın Recep Tayyip Erdoğan ise; “seçilen cumhurbaşkanını tebrik etti, Kıbrıs’ın egemenlik haklarını her türlü platformda savunmaya devam edeceğiz” dedi.
Özgür Özel; Cumhurbaşkanını tebrik ederken dahi Ankara’yı hazımsızlıkla kara propaganda ile suçladı.
Umarım taraflar rekabeti bırakıp revizyona odaklanırlar. Ve ortak paydada buluşurlar eğer buluşmazlarsa;
O zaman Kıbrıs Türk siyasetinde “egemenlik – federalizm” ayrımı yeniden sertleşir. Bu da hem Türkiye’nin iç kamuoyunda hem AB ilişkilerinde yeni tartışma başlıklarını doğurur.