İLK DÖNEM ESERLERİ NUR’UN İLK KAPISI

Bu sahife, ehl-i hidayetin sahife-i nuraniyesini tasvir eden levhadır.

Demâ gaflet zevâl buldu, .... Ve nur-u Hak ayan gördüm.

Vücut, burhan-ı Zât oldu, .... Hayat, mir'ât-ı Haktır, gör.

Akıl, miftah-ı kenz oldu, .... Fenâ, bâb-ı bekàdır, gör.

Kemâlin lem'ası söndü, .... Fakat şems-i cemâl var, gör.

Zevâl ayn-ı visal oldu, .... Elem, ayn-ı lezzettir, gör.

Ömür nefs-i amel oldu, .... Ebed ayn-ı ömürdür, gör.

Zalâm zarf-ı ziya oldu, .... Bu mevtte, hak hayat var, gör.

Bütün eşya enîs oldu, .... Bütün asvat zikirdir, gör.

Bütün zerrat-ı mevcudat, .... Birer zâkir, müsebbih gör.

Fakrı kenz-i gınâ buldum, .... Aczde tam kuvvet var, gör.

Eğer Allah'ı buldunsa .... Bütün eşya senindir, gör.

Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen .... Onun mülkü senindir, gör.

Eğer hodbin ve kendi nefsine mâliksen .... Bilâ-addin belâdır, gör,

Bilâ-haddin azaptır, tad, .... Bilâ gayet ağırdır, gör.

Zâilim, zâil olanı istemem!

Fâniyim, fâni olanı istemem!

Âfilim, âfil olanı istemem!

Âcizim, âciz olanı istemem!

Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim; gayr istemem!

İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim!

Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim

Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim!

Maraz-ı Vesveseye

Müptelâ Olanlara Derstir

Ey maraz-ı vesvese ile müptelâ! Bilir misin vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Sen ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Demek büyük nazarla baksan büyür, küçük görsen küçülür. Korksan, ağırlaşır, hasta eder. Korkmasan, hafif olur, hafî kalır. Mahiyetini bilmesen devam eder, bilsen gider. Öyleyse, bu marazın devasından "Beş Vechini" beyan edeceğim. Belki, sana da şifa olur. Zira cehil onu dâvet eder. İlim onu tardeder.

Birinci vecih: Şeytan, şüpheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, o şüpheden, şetme döner. Hayale karşı, şetme benzer bazı hâtıraları ve bazı münafi-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe "eyvah!" dedirtir, ye'se düşürttürür. Vesveseli adam zanneder ki, kalbi Rabbisine karşı sû-i edepte bulunuyor. Müthiş bir helecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister.

Ey bîçare, telâş etme! Çünkü o, şetm değil, belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tahayyül-ü şetm dahi şetm değildir. Zira şetm, hükümdür. Tahayyül, hüküm değildir. Hem onunla beraber, o sözler, senin kalbin sözleri değil. Çünkü kalbin o sözlerden müteessir ve müteessiftir. Belki o sözler, kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden gelen sözlerdir. Bunun zararı, yalnız tevehhüm-ü zararla mütezarrır olmaktır. Çünkü tahayyülü, hakikat tevehhüm eder. Şeytanın işini kalbine mâl eder. Zarar diye anlar, zarara düşer. Şeytanın dahi istediği odur.

İkinci vecih: Budur ki; mânâlar, kalbden çıktıkları vakit, çıplak olarak çıkarlar ve çıplak olarak hayale girerler. Sûretleri, hayalde giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebep tahtında bir nev'i sûretleri dokur. Ehemmiyet verdiği şeylerin sûretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mânâ geçse, ona giydirir. Ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer mânâlar münezzeh ve temiz iseler, sûretler mülevves ve rezil ise, giymek yoktur; fakat temas vardır. Vesveseli adam, teması telebbüsle iltibas eder: "Eyvah" der. "Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu hisset-i nefis beni matrud eder."

Bu yaranın merhemi ise, ey bîçare! Bak, nasıl ki namazın edeb-i nezihanesinin vesilesi olan zâhirî taharete, batnın bâtınındaki necaset tesir etmez. Öyle de, maâni-i mukaddesenin suver-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Meselâ, sen, âyât-ı İlâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz veya bir iştah veya bevl gibi müheyyiç bir hal şiddetle senin hissine dokunur. Elbette hayalin, deva-yı illet ve kaza-yı hacet levazımatını görecek ve onlara münasip süfli sûretleri nescedecek. O süfli sûretlerin ortalarından geçecek olan maâni-i mukaddeseye ne televvüsü var, ne zararı var, ne hatarı var ve ne de beis var. Yalnız hatâ, hasr-ı nazardır. Zann-ı zarardır.

Üçüncü vecih: Eşya mabeynlerinde bazı münâsebât-ı hafiyye bulunur. Hiç ümit etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur, veya senin hayalin o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış olur. Bu sırrın münasebatındandır ki; bazan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir.

DEVAM EDECEK