İLK DÖNEM ESERLERİ NUR’UN İLK KAPISI
O tılsım-ı imanînin biri, o müthiş ecel arslanını, musahhar bir ata döndürür ve üzerine bizi bindirir. Ve bizi, zindan-ı dünyadan kurtarır, huzur-u Rahmana götürür, cennet-i bakiyeye koydurur.
İkinci olan tılsım-ı imanî ile o darağacını, yani zeval ve firakın ellerini tutup, tazelenen güzel manzaralar üstünde yapılmış bir salıncak hükmüne getirir. Yani, nehr-i zaman ve bahr-i dünyada tazelenen elvah-ı san'at-ı Rabbaniyeyi seyretmek için, bir merkeb-i seyr ve tenezzüh olur.
Kur'ân-ı Hakîmin bir ilâcıyla o acz yarası, tevekkül gülüne ve teslim çiçeğine döner. Bütün ağırlıklarımı, beni kaldıran tevekkül sefinesine koyup, aczin iz'âcatından beni kurtarıyor. Emr-i kün-feyekûn'e mâlik olan bir sultan-ı cihana, acz tezkeresiyle istinad eden bir insana, ne gibi birşey ağır olabilir?
Kur'ân-ı Kerimin ikinci ilâcı, fakr yarasını, vesile-i rızık ve rahmet-i bînihayeye ve iştiha-i lezzet-i nimet-i bîgayeye tebdil ve tashih eder.
Evet, nihayetsiz semerat-ı rahmete aç olan ruh ve letâif-i beşer, o nihayetsiz semerat-ı rahmete fakr ve ihtiyacını hissettikçe, lezzet-i saadeti tezayüd eder. Böyle fakire, fakir nâmı ağır gelebilir, fakat “Fakrım, iftiharımdır.” bu sırra işaret eder.
Hem, Kur'ân-ı Kerimin verdiği zâd ve takva ile ve nûr-u hidayetle, zulümat-ı berzah ve ehval-i haşir âsân olur. Ve o vesika-i Kur'âniye ile insan, bin senelik bir yolu bir günde kat eder.
Ey gafil! Eğer ölümü öldürebilirsen, zevali dahi dünyadan izale edebilirsen ve acz ve fakrı beşerden kaldırabilirsen ve katiüttariklik yapmak için zihayatın, hususan insanın ebede giden yolunu seddedecek bir çare bulmuşsan, dinden istiğna ve dinin şeairini terk etmeye insanları davet edebilirsin.
Yoksa ey sersem! Sus! Kur'ân-ı Azimüşşanın dediğini dinle.
Evet, bu beş emir, beş âyât-ı uzmâdır. Ra'd gibi müthiş sadalarıyla Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da Allah ile (yani Allah'ın azâbını unutturup sadece affına güvendirerek) sizi aldatmasın (isyana sürüklemesin.)" âyetini okuyorlar. Ve âyetinin hakikatine hükmediyorlar.
İşte bu sadalara karşı vesvese-i medeniyet olan senin medeniyetçi sözlerin, sivrisineğin vızıltısı kadar da olmuyor. Öyleyse ihtiyarıyla, Kur'ân'ın tılsım ve ilâçlarını terk edip seninle dalâlet yoluna gidecek, ancak senin gibi bir sarhoş lâzım ki, ya heves-i nefsî veya hırs-ı şöhret veya zındıka-i felsefe veya sefahet-i medeniyet veya derd-i maişet veya kin ve intikam veya gurur gibi bir müskiratla o derece sarhoş olmalı ki, herşeye kendini muktedir ve mâlik bilsin ve herşey benimdir desin ve kendini lâyemut tahayyül etsin.
Hem sen "Ben de Frenk gibi olacağım" diyemezsin ve Frenk gibi olamazsın. Çünkü bir Frenk, Muhammed (a.s.m.) Hazretlerini kabul etmezse de İsâ ve Mûsâ aleyhisselâmı veya sâir enbiyaların birini bir derece her nasılsa kabul eder. Sen ise, Nebiy-yi Âhirzaman aleyhissalâtü vesselâm hazretlerinin zincirinden çıktığın ve derslerini terk ettiğin dakikada, senin ruhunda nihayetsiz bir tahribat, bir boşluk, bir karanlık peyda olacak. Ve senin ruhunda hiçbir kemâlât ve ahlâk-ı âliyeye yer kalmayacak. Meğer insaniyetini söndürüp, zaman-ı hâl ile mukayyed sırf bir hayvan olabilesin.
Hâlbuki insan, müstakbelin korkusuna, mâzinin hüznüne giriftardır. Bu ikisi insanı pek ciddi düşündürür. İnsanın başını mütemadiyen döver. İnsanı, bu havf ve hüzünden kurtaracak ancak bir tek medetkâr var, o da Kur'ân-ı Azimüşşandır ki, ilân eder.
"Bilin ki, Allah'ın dostları için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar." der, beşaret verir.
Bu kısım, ehl-i dalâletin sahife-i zulmâniyesini tasvir eden levhadır.
Beni dünyaya çağırma, .... Ona geldim fenâ gördüm.
Demâ gaflet hicab oldu; ....Ve nur-u Hak nihan gördüm.
Bütün eşya u mevcudat, .... Birer fâni muzır gördüm.
Vücut desen, onu giydim, .... Ah, ademdi, çok belâ gördüm.
Hayat desen onu tattım,.... Azap-ender azap gördüm.
Akıl ayn-ı ikab oldu,.... Bekàyı bir belâ gördüm.
Ömür ayn-ı hevâ oldu, .... Kemâl ayn-ı heba gördüm.
Amel ayn-ı riya oldu, .... Emel ayn-ı elem gördüm.
Visal nefs-i zevâl oldu, .... Devâyı ayn-ı dâ gördüm.
Bu envar zulümat oldu, .... Bu ahbabı yetim gördüm.
Bu savtlar nây-ı mevt oldu, ... Bu ahyâyı mevat gördüm.
Ulûm evhâma kalb oldu, .... Hikemde bin sekam gördüm.
Lezzet ayn-ı elem oldu, .... Vücutta bin adem gördüm.
Habib desen onu buldum, .... Ah, firakta çok elem gördüm.
DEVAM EDECEK