İMAN VE İSLAM/MÜMİN VE MÜSLÜMAN

İman” ve “İslam”, diğer bir ifade ile “Mümin” ve “Müslüman” hakkında çok şey yazılmaktadır. Burada Hz. Muhammed’in (sav.) bazı hadislerini ölçü alarak “Mümin” ve “Müslüman” kavramlarını izah etmeye çalışacağım.

Bu hadislerin anlamı üzerinde durmadan önce, bir ayete yer vermek istiyorum:

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاً بَصِيراً

Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Diyanet İşleri eski başkanlarından büyük mütefekkir ve bilim insanı Ahmet Hamdi Akseki (ö.1370/1951), “Ahlak Dersleri” adlı kitabında “Kur’an-ı Azîmüşşân’a Göre Devletin Esasları”, başlığı altında bu ayeti ele alarak bazı açıklamalarda bulunmuştur. Onun bu açıklamaları özet olarak şöyledir:

            “Nerede olursa olsun devletler, birçok ailenin bir araya gelmesinden kurulmaktadır. Kur’an ve onu açıklayıp izah eden sünnet, devletin, üzerine kurulmuş bulunan esaslarını,  milletin bireylerine ve bireylerin devlete karşı olan görevlerini bize açıklamış bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’e göre devlet, iki esas üzerine kurulmaktadır:

1 – Adalet.

2 – Emanet (İşleri, görev ve vazifeleri ehline vermek).

Bu iki esas, adil siyaset ile salih velayetin/hukuki yetkinin aslı, esasıdır. Adil bir siyaset ile salih bir velayet/hukuki yetki, ancak bu iki temel esas ile temin edile bilir. Nerede olursa olsun, her zaman ve her yerde, devleti temsil eden hükümetten bu beklenmektedir. Kur’an-ı Kerim, birey ve toplumun saadetinin, bu iki esasta olduğunu haber vermektedir.  Bu esasların birincisi olan adalet, bireysel olarak herkesin hukukunu muhafaza eder. İkincisi ise toplumun menfaatlerini temin edip korunmasını sağlar. Adalet gözetilmedikçe, hiç kimsenin kişisel hakları muhafaza altına alınamaz. Emanet/işler ehline verilmedikçe, toplumun menfaati korunamaz. Şekli ne olursa olsun, bu iki mühim/önemli esası muhafaza eden bir hükümet, İslam nazarında meşru ve makbuldür. İslam dini hükumetin şekline değil, adalet ve emanetin dayandığı bu manevi yönüne ehemmiyet vermektedir.”

Merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin bu açıklamalarına yer verdikten sonra, bazı hadislerin anlamları üzerinde durmak istiyorum.

Barış ve esenlik anlamında olan “İslam”, insanlara güven vermeyi ve emin olmayı ifade etmektedir. Hz. Muhammed (sav.) bir hadiste “Müslüman” insanı şöyle tanımlamıştır:

“Müslüman, Müslümanların onun elinden ve dilinden güvende oldukları kimsedir. Muhacir ise, Allah’ın yasakladıklarından kaçınandır.”

Bu hadiste, insanın elinden ve dilinden sadır olabilecek her türlü zararlı söz ve davranış kast edilmektedir. Bu hadisin ikinci kısmında anlatılan muhacir kelimesiyle de her türlü söz ve davranışlardan kaçınmaya işaret edilmektedir. Bir de bu hadiste yer alan “el” ve “dil” kavramları, belagat ilmi açısından da önem arz etmektedirler. Çünkü Hz. Muhammed (sav.) ifadelerinde edebi bir üslup kullanmıştır. Hadiste geçen Müslüman kelimesi, ne diliyle nede eliyle Müslümana eziyet vermeyen kişi şeklinde tanımlanmıştır.  Çeşitli yollarla insana eziyet verile bilmektedir. Çoğunlukla fiili eziyetler “el” ve sözlü olanları da  “dil” ile verildiğinden dolayı, bu iki organ temsili olarak kullanılmıştır. Bunda edebi olarak “zikrü’l-cüz irâdetü’l-küll” kuralı vardır.

Kur'ân-ı Kerim'de bir edebi anlatım metodu olarak kullanılan “Zikrü'l-cüz iradetü'l-küll” kaidesinin günümüz Türkçesindeki karşılığı, “kapsamlayış” anlamındadır. Dolayısıyla edebi bir sanat olan“zikrü’l-cüz irâdetü’l-küll” kaidesi, “Mecâzı Mürsel” türünden bir benzetmedir. Bu kaideye göre bir cüz/parça ifade eden bir ismin, kül yerine kullanılmış olması mümkündür.

Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, burada aynı zamanda belagat ilmi açısından “kinaye” sanatı da vardır. Bu hadiste yer alan kinayede, İslam sıfatının topluma eliyle ve diliyle eza veren insanda bulunmaması kast edilmektedir. Genel anlamda bir Müslümana veya bir insana eziyet vermek, eziyet veren kişinin İslami kimliğinin noksan, hatta yok oluşuna işaret etmektedir. Bundan anlaşıldığı kadarıyla İslam vasfını taşıyan kişilerin hiç kimseye elleri ve dilleriyle zarar vermemeleri gerekmektedir. Zarar verenler, Müslüman olarak değerlendirilmemektedir.

Burada anlamı üzerinde durduğumuz, “Müslüman, Müslümanların onun elinden ve dilinden güvende oldukları kimsedir” anlamındaki hadiste, “el-Müslimûn” yani “Müslümanların” kelimesi geçmektedir. Başka bir rivayette ise, “el-Müslimûn” kelimesi yerine “en-Nâsu” yani “insanlar” kelimesi yer almaktadır. “Müslüman, insanların onun elinden ve dilinden güvende oldukları kimsedir”

Hz. Muhammed (sav.) genel itibariyle Müslümanlara hitap ettiğinden dolayı, “el-Müslimûn” kelimesini kullanmıştır. Aslında kast ettiği ifade, son rivayette yer alan “en-Nâsu” kelimesidir.

Hz. Muhammed (sav.) mümini de buna benzer bir şekilde şu anlamda tanımlamıştır:

 “Mümin, insanların malları ve canları hususunda kendisinden emin oldukları kimsedir.”

“Müslüman, Müslümanların onun elinden ve dilinden güvende oldukları kimsedir” hadisi ile “Mümin, insanların malları ve canları hususunda kendisinden emin oldukları kimsedir” hadisi, anlam bakımından birbirlerine çok yakındır. Aslında her ikisinde de vurgulanmak istenen şey, Müslüman veya mümin olan kimsenin çevresindeki insanlara güven vermesi ve hiçbir şekilde onlara maddi veya manevi açıdan zarar vermemesidir. “Mümin” ve “Müslüman”, İnsanlara malları ve canları konusunda güven veren, asla zararlı olmayan kişiler demektir. Sosyal hayatta bu vasıfları taşımayan, ona göre hareket etmeyenler, “Mümin” ve “Müslüman” olarak değerlendirilmemektedir.

SONUÇ

            Pek çok kişi “İman” ve “İslam” kelimelerinden bahsetmekte, her fırsatta “Mümin” ve “Müslüman” olduklarını anlatmaktadır. Fakat önemli olan husus, bunun gereğini yerine getirmek, Hz. Muhammed’in (sav.) hadislerinde haber verdiği şekliyle “Mümin” ve “Müslüman” olmanın sorumluluğunu yerine getirmektir. Ona göre biz, her türlü söz ve hareketlerimizde başkalarına zararlı olmadığımız, herkese malları ve canları hususunda güven verdiğimiz zaman, “Mümin” ve “Müslüman” olmuş oluruz. Aksi halde “Mümin” ve “Müslüman” olmuş olmamız söz konusu değildir. Bunun gereği olarak da, Kur’an’da emredildiği gibi adaletle hükmetmemiz ve emanete, yani işleri, görev ve vazifeleri ehline vermemiz gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Mümin, Müslüman, adalet, emanet, güven.