DİL VE KÜLTÜR

Dil ve kültür, toplumların sosyal hayatlarında beraber kullanılan ve önemli bir yere sahip olan iki kavramdır. Bu kavramların birbirleriyle yakın alakaları vardır. Bu nedenle bu yazımızda bu iki kavramı daha çok Kur’an ilkelerine göre tanıtmaya çalışacağız.

KÜLTÜR

Kültür kelimesi, Latincede toprağı işlemek, bir şeyler ekip ürün almak ve üretmek anlamında olan “culture” sözcüğünden türemiştir. Fransa’da, 14 Temmuz 1789 Fransız Devrimi öncesinde “culture” kelimesi, insan zekâsının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanılmış ve değişik bir anlam kazanmıştır. Daha sonraları bu kelime, Fransızcadan Almancaya ve diğer Avrupa dillerine geçip kullanılmaya başlamıştır. Türkçeye de Amerikanca ve Fransızcadan geçmiş olup yüksek umumi bilgi anlamında kullanılmaktadır. Kültür, günlük hayatımızda en fazla kullandığımız kelimelerden biridir. Arapçada kültür kelimesi için kullanılan “sekâfetu”, aynı hedefe yönelmek, bulmak, düzeltmek için şeklini değiştirmek, fikir canlılığı kazanmak, çabuk ve süratli bir şekilde anlamak, kavramak, idrak etmek ve benzeri anlamlar için kullanılan “sekife-yeskafu” filinden türemiş bir isimdir. “Sekâfetu” ismi, kültür, eğitim ve maharet demektir. “Sekafe” kelimesi, Kur’an’da da geçmektedir. Bu ayetlerin birinde “sekafe” kelimesi, tam manası ile idrak etmek ve net bir şekilde görüp yakalamak anlamındadır.

Ayrıca Arapçada Batı dillerinde kullanılan “culture” kelimesinin karşılığı olarak “hars” kelimesi de kültür anlamında kullanılmaktadır. “Hars” kelimesi, “harese-yahrusu” fiilinden türemiş bir isimdir. Bu fiil, toprağı ekmek için sürmek, ziraat etmek, tohum ekmek, malı toplayıp biriktirmek, ahiret için çalışmak, aile bireyleri için çalışmak, ateşi tutuşturmak, çalışıp yorulmak, çalıştırdıklarını yormak, yayı hazırlamak, araştırmada bulunmak, çok evlenmek ve benzeri anlamlara gelmektedir. Bu fiilden türemiş olan “hars” ismi ise, ekin, ziraat için hazırlanmış yer, tarla, hem dünya hem ahiret için çalışma, nasip, pay, kazanç, servet, kültür, tohum, çiğnenmiş yol, sevap ve benzeri anlamlar için kullanılmaktadır. “Hars” kelimesi de Kur’an’da geçmektedir. “Hars” kelimesi, ekinlik, tarla, neslin devamı için çocuk tohumunun bırakıldığı yer anlamındadır. Burada edebî yönden bir benzetme ve kinayeli bir ifade bulunmaktadır. Bu ifadedeki kasıt, evlenme ve normal cinsel temastır. Kur’an’da, on üç yerde isim ve bir yerde de fiil olarak geçen “hars” kelimesi genelde ekin anlamında kullanılmaktadır. Ancak bir ayette üç defa geçen “hars” kelimesi, iki defa ahiret kazancı ve bir defa da dünya kazancı anlamında kullanılmaktadır. 

Batılıların kültür kelimesini ilk olarak ziraat ve derin bilgi gibi anlamlarda kullanmaları ile Kur’an’da geçen “hars” ve “sekâfe” kelimelerinin anlamları arasında semantik açıdan bir ilgi ve alaka bulunmaktadır. Bu anlamlar, bir yerde örtüşür gibi görünmektedir. Bu durum, insanın aklında bazı şeyleri uyandırmaktadır. Batılı ilim adamlarının, bu anlamları Kur’an’dan etkilenerek yorumlayıp ileri sürmeleri mümkün olabildiği gibi, Kur’an’ın dışındaki kutsal kitaplardan almış olmaları da mümkündür. Ayrıca bu kavramların eski dillerin kökeninden de üretilerek geliştirilmiş olmaları da düşünülebilir. Kültür kelimesinin bu güne kadar pek çok tanımı yapılmıştır. Bazı ilim adamları, onun yüz yetmişe yakın değişik tanımını tespit etmişlerdir.

DİL

 Kültürün önemli bir unsuru olan dil, sadece insanlara mahsus olan bir şey değildir. Bilindiği gibi hayvanların da kendilerine göre dilleri vardır. Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde, tüm varlıkların, Allah’ı kendi dilleri ile hür, özgür ve bağımsız bir şekilde anıp zikrettikleri anlatılmaktadır. Bu konu, bir ayette şöyle haber verilmektedir:

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيماً غَفُوراً

 

            “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tepihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.

Her varlığın Allah’ı tespih etmesi, kendi dilleri ile gerçekleşmektedir. Dolayısıyla tüm varlıklarda olduğu gibi, insanların da kendi iradelerini hür ve bağımsız bir şekilde kendi dilleri ile ifade etmeleri, Allah’ın kendilerine tanıdığı tabii haklarıdır. Bu konu ile ilgili başka bazı ayetler şöyledir:

                                                                                   سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

 “Göklerdeki ve yerdeki her şey, Allah’ı tespih etmektedir.”

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

 

 “Göklerdeki ve yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ı tespih eder.”

Bu ayetlerin tümünde, aynı konuya işaret edilmektedir. Ancak bu ayetlerin ilkinde, yedi göğün ve yerin de, içlerinde bulunan varlıklarla beraber Allah’ı zikrettikleri, muzari (geniş zaman) fiili ile anlatılmaktadır. Mealini verdiğimiz ikinci ayet ise, üç yerde mazi (geçmiş zaman) fiili ile anlatılmaktadır. Üçüncü ayette de, konu bir az daha açıklanarak tekrar muzari (geniş zaman) fiili ile anlatılmaktadır. Bu durum, olayın tüm zamanlar için olan geçerliliğini yansıtmaktadır. Ayrıca bu son ayette, Allah’ın mutlak güç, kuvvet ve hikmet sahibi olduğu, gerçek egemenliğin kendisine ait olduğu vurgulanmaktadır. Burada, insanlar dâhil olmak üzere tüm varlıklara tanınan bu tabii hakkın, en büyük egemenliğe sahip olan Allah tarafından verildiği, buna muhalif hareket etmenin, Allah’a muhalefet olduğu açık bir şekilde anlatılmaktadır. Dillerin farklılığı, Allah’ın varlığının delilidir. İnsanları tek bir dil kültürü altında toplamaya çalışmak, Allah’ın kanununa muhalefet etmektir. Meşhur müfessir ez-Zemahşerî’nin (ö. 538/1143) dediği gibi, bu farklılıklar, bilişmeyi, tanışmayı, ilmi gelişmeyi meydana getirmektedir. Şayet insanların renkleri ve dilleri tek bir çeşit/tür olsaydı, cehalet ve karmaşa ortaya çıkar ve pek çok yararlı iş yapılamaz hale gelirdi.

            Dil, öğrenmenin, düşünmenin, düşündüklerini dile getirmenin aracıdır. İnsan olarak her kişinin dili, onun kültürünü oluşturur. İletişimin ve bilişimin aktığı bir kanal olan dil, insanı insan yapan bir araçtır. İnsan, dil sayesinde çeşitli şeyleri keşfedip ortaya koyar, ürettiklerini başkalarıyla paylaşır. Bu sayede barış, huzur, saadet, mutluluk ve güzellik dolu bir ortam sağlanır ve yüce bir toplum oluşur. Onun için Kur’ân’a göre, bütün diller eşit derecede hak ve hürriyete sahip bulunmaktadır.

            İslâm’a göre devlet, idaresi altındaki vatandaşlarının öğrenim ve tedavi ihtiyaçlarını, onlardan herhangi bir karşılık talep etmeden yerine getirmek mecburiyetindedir. Çünkü İslâm dini, kadının nafakasını kocaya ve çocukların nafakalarını babaya yüklemiştir. Bunlar, görevlerini zamanında yerine getirmedikleri takdirde, hâkim, nafakayı temin etme hususunda onları zorlar. Ancak eğitim ve tedavi konusunda, onlara herhangi bir yükümlülük getirmemiştir. Çünkü eğitim ve tedavi konularındaki yükümlülük, devlete aittir. İslâm tarihi boyunca Müslümanlar arasında, İslâm’ın idarede gündemde olduğu dönemlerde, vatandaştan eğitim öğretim ve tedavi konusunda herhangi bir ücret alınmamıştır. İslâm hukukuna göre bu görevler, devletin görevleri arasında kabul edilmiştir. Buna göre devlet, egemenliği altında bulunan tüm vatandaşlarının din, dil ve kültürleri alanına giren tüm alanlarda eğitim ve öğretimlerini sağlamak mecburiyetindedir. Buna muhalefet etmek, bunu engellemek veya bunu sağlamamak, İslâm’a, Allah’a, Kur’an’a muhalefet etmektir.

            İslâm’ın ilk çağında, Müslümanların egemenlikleri altına aldıkları ve Arap olmayan Mısır, Suriye Irak ile İran gibi yerlerde halk, kendi dilleri ile eğitilmişlerdir. Ondan sonraki zamanlarda, bu milletlerin dillerinin ihmal edilmesi ve din adı altında Arapçanın sürekli öne sürülmesi, tarih boyunca bu yerlerde karışıklığın yaşanmasına sebep olmuştur. Bugün dahi bu ülkelerde karışıklıkların devam ettiğine şahit olmaktayız. Çünkü kendi dili ve kültürü ile eğitilmeyen toplumların psikolojisinde bozukluklar meydana gelmektedir.

SONUÇ

            Büyük medeniyetlerin kurulması için, toplumda sosyal hayatta toplumsal uzlaşı ve barışın sağlanması gerekir. Bunun için, özellikle insanların dil ve kültürlerine eşit düzeyde hak tanımak gerekir. Tarih boyunca büyük medeniyetler, ancak bu şekilde kurulabilmişlerdir. Bu konularda hak ve adalete uygun hareket edilmediğinde, toplumu oluşturan bireylerin psikolojileri incinmekte, ruh yapıları bozulmaktadır. İnsanların manevi yönleri rencide olunca, toplumda önü alınması zor karışıklıklar meydana gelmektedir. Bu nedenle insanların dil ve kültürlerine karşı baskı kullanmak, en büyük terördür. Çünkü her türlü karışıklık, bundan kaynaklanmaktadır. Allah’ın insanlara tanıdığı hakları yasaklamak, terör değil de ne olabilir!

Anahtar Kelimeler: Dil, kültür, insan, toplum, medeniyet.