İLK DÖNEM ESERLERİ-58
Hutuvât-ı Sitte
Şehzadebaşında şemâtetle konferans verildiği gece, kemâl-i mehabetle sahneye çıkıp irad ettiği nutk-u beliğ-i bîtarafane, Said'in ihata-i ilmiyesi kadar hamaset ve fedakârlıkta da ileri olduğunu teyid eder. Gerek o gece, gerek menhus 31 Mart'ta cihandeğer nasihatleriyle ortaya atılan hoca-i dânâya, böyle tehlikeli bir anda vücud-u kıymetdarının sıyaneti, nefean lil'umum elzem olduğu halde ve ihtar edildiği zaman, "En büyük ders, doğruluk yolunda ölümünü istihkar dersi vermektir"; "Yerinde ölmek için bu hayat lâzımdır" fikrine karşı,
Aşinayız, bize bîgânedir endişe-i mevt.
Adl ü hak uğruna nezreylemişiz cânımızı.
Olur bize âb-ı hayat, ateş-i seyyâl-i memat.
mısrâı ile mukabele ederdi.
Said-i hüşyârın safvet-i ruhunu, besalet ve şecaatini, fedakârlığındaki nihayetsizliğini anlamak ve ona bağlanmak için, lisân-ı hamasetinden bu mezkûr mısrâı dinlemek kifayet eder.
Bediüzzaman'a zurafâdan biri bir gün irfanıyla mütenasip bir esvap iktisaı lüzumundan bahseder. Müşarün ileyh de, "Siz Avusturya'ya güya boykot yapıyorsunuz; hem onun yolladığı kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise bütün Avrupa'ya boykot yapıyorum; HAŞİYE-1 onun için yalnız memleketimin maddî ve mânevî mâmulâtını giyiyorum" buyurmuştur.
Elyevm, Said Nursî memleketine döndü. Karışmış İstanbul'un havâ-i gıll ü gışından ve tezviratından ve bedraka-i efkâr olmak lâzım gelen gazetecilerin bazılarının bütün fenalıklara bâdî ve bütün felâketlerin müvellidi olduklarını görerek, bu derece açık cinayetlere tahammül edemeyerek meyus ve müteessir, vahşetzâr fakat mûnis, vefakâr ve nâmusperver olan dağlarına döndü. İsabet etti. Kim bilir, belki en büyük icraatından biri de budur.
Nâşiri
Ahmed Ramiz
(Rahmetullahi aleyh)
İki Mekteb-i Musibetin
Şehadetnamesi
VAKTÂ Kİ HÜRRİYET divanelikle yâd olunurdu; zayıf istibdat tımarhaneyi bana mektep eyledi. Vaktâ ki itidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu; Meşrutiyette şiddetli istibdat, hapishaneyi mektep yaptı.
Ey şu şehadetnamemi temaşa eden zevat! Lütfen ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış asabî bir bedevî talebenin hâl-i ihtilâlde olan ceset ve dimağına gönderiniz. Ta tahtie ile hatâya düşmeyiniz.
31 Mart Hadisesinde Divan-ı Harb-i Örfîde dedim ki:
Ben talebeyim. Onun için herşeyi mizan-ı şeriatla muvazene ediyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslâmiyet biliyorum. Onun için herşeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum.
Ben hapishane denilen âlem-i berzahın kapısında dururken ve darağacı denilen istasyonda âhirete giden şimendiferi beklerken, cemiyet-i beşeriyenin gaddarane hallerini tenkit ederek, değil yalnız sizlere, belki bu zamandaki nev-i benî beşere irad ettiğim bir nutuktur. Onun için, "O gün ki, bütün sırlar ortaya serilir." sırrınca, kabr-i kalbden hakaik çıplak çıktı; nâmahrem olan kimseler nazar etmesin. Âhirete kemâl-i iştiyak ile müheyyayım. Bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım. Nasıl ki, bir bedevî garaipperest, İstanbul'un acaip ve mehasinini işitmiş, fakat görmemiş; nasıl kemâl-i hâhişle görmeyi arzu eder! Ben de ma'rez-i acaip ve garaip olan âlem-i âhireti, o hâhişle görmek istiyorum. Şimdi de öyleyim. Beni oraya nefyetmek, bana ceza değil! Sizin elinizden gelirse, beni vicdanen tâzib ediniz! Ve illâ başka sûretle azap, azap değil, benim için bir şandır!
Bu hükûmet zaman-ı istibdatta akla husumet ederdi. Şimdi de hayata adavet ediyor. Eğer hükûmet böyle olursa, yaşasın cünun! Yaşasın mevt! Zâlimler için de yaşasın Cehennem! Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârımı onda beyan edeyim. Şimdi bu Divan-ı Harb-i Örfî iyi bir zemin oldu.
Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harpte bana da sual ettiler: "Sen de şeriatı istemişsin."
Dedim: Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira, şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil.
DEVAM EDECEK