ALMA VERME DENGESİ

Birine gülümserseniz oda size gülümser, aynı koşul birine küfür sayarken de geçerlidir. Kabul etmezsek de yediremezsek de ilişkilerimiz alma verme üzerine kuruludur. Bu görüşün kabul görmeme sebebi sanki çıkar kapısı devreye giriyormuşçasına algılandığındandır.

Ama konu o değil konu, bil beni bileyim seni…

Soyut manada da somutta da alma verme dengesi bozulursa ilişkide bozulur.  

Günün birinde Kereste- odun ticareti yapan iki esnafın dükkanları yan yana imiş. Esnaflardan biri sürekli diğer dükkandan kereste alır müşteriye satarmış “bu ürün bende kalmadı” diyerek (tabi ödemesini yapıyor) birkaç yıl sonra kendisinden mal alınan esnaf komşu esnaftan yüklü bir odun istemiş ilk defa depoda malı olmasına rağmen ve yıllardır komşusuna aynı muameleyi yapan esnaf komşuya odunu vermemiş. Kendi kafasından “verirsem depoda mal kalmayacak işin yok toptancıya git, kamyonu yükle getir… gibi “muhasebeler yapmış.

Oysa unuttuğu başka muhasebe varmış kendisi yıllarca komşusundan odun almış. Ret yiyen iyi esnaf günlerce kendini ben enayiyim diye yemiş yemiş bitirmiş.

Birinden bir şey alıyorsanız karşıdakine de isteme hakkını doğurmuş oluyorsunuz.

İyi niyet gösteren iyi niyet bekler, günde yüz hastaya bakan doktor maaş bekler, saygı gösteren saygı bekler, misafir ağırlayan haliyle misafir edilmeyi bekler, emek gösteren emeğinin karşılığını bekler maddi veya manevi.

Eğer sürekli alıyor ve vermeye gelince ortada yok iseniz ya kişilik bozukluğunuz vardır ya da tefekkür eksikliğiniz.

Hastalandığınız vakit birisi hasta ziyaretinize geliyorsa, o kişi hastalığında sizin de ziyaretine gitmeniz bir nevi borçtur.

Avukat bir arkadaşın bürosunda çay içerken boşanmak isteyen bir müvekkilinin sohbetine şahit oldum.

Kadın kocasından boşanmak istiyordu, “çocukların tüm yükü benim omuzumda, yemek pişiren benim, aynı zamanda memurum hem içerde hem dışarda çalışıyorum, eşim olacak adam yıllardır yaptığı işi bıraktı eve de maddi anlamda ben bakıyorum. Bana bir şey vermeyen adama benim de verecek hiçbir şeyim kalmadı” dedi. Acı bir durumdu ama duvar örülüyorsa rol alanların birer tuğla koyması gerekiyordu.

Tek taraflı yürütmeye çalışılan her ilişki (ister ebeveyn ister arkadaş ister dostluk) ayakları kırık sandalyeye benzer.

Sosyal ilişkiler de aile hayatı ilişkilerde de son zamanlarımızda yolunda gidilmemesinin sebeplerinden biri alma verme dengesini kaçırdığımızdandır. İlişkilerimize ip üstünde yürüyormuşçasına dikkat etmeliyiz. Eğer bozulsun ya da bitsin istemiyorsak.

Adımlarımızı ve davranışlarımızı beyinde tartarak hareket etmeliyiz. Birçok insan eylemlerinin sorumluluğunu almaz çoğu zaman nankörlük yaptığının farkına varmaz bu da demektir ki birçok eylemimiz düşünmeden hayata geçiyor.

Gerek maddi gerek manevi bir arkadaşa yaslanarak ilerlemekten kişinin rahatsızlık duyması gerekir.

Mütemadiyen dert anlatan, sorunlarını paylaşan, hep bir derdi olan karşıdakinin de dertleri olabileceğini düşünmeli “hep ben yakınıyorum biraz da sen kus” diyebilmeli.

Abisinin arabasını koşulsuz kullanan kardeş bunun mahcubiyetini yaşamalı bu açığı kapatmak için maddi veya manevi bir öge vermeli.

Zaten sürekli alıcı taraftaysanız dilenci enerjisini üzerinize çekersiniz hayatta bereket kapılarını kapatır size.

Gönlünden, sofrasından, elindekinden, cebinden, sohbetinden, eğitiminden, size nasıl ikram ediliyorsa sizde aynı oranda ikram etmelisiniz. Gücünüz yetmiyorsa ikrama icabet etmemelisiniz, veremiyorsanız almamanızda lazım gelir.

Burada, bir ver hemen tüccar gibi karşılığını bekle verdiğini alamadığın zaman kız, minnet et mesajı vermiyorum bu durumda, bir kişilik bozukluğudur. Kastettiğim hayatın dengede kaldığı müddetçe anlam bulduğudur.

Birilerine gebe kalmamaktır. Gebe kaldığınız vakit değeriniz düşer.

Üretmek ve vermek candır ama hak edene…