KUR’AN HÂKİMİYETİ GEREK!? (II)

Bir önceki yazımızdan devamla, sohbetimizi genişletiyoruz! Yazıya başlık olarak kullandığımız “KUR’AN HÂKİMİYETİ GEREK” ifadesi, büyük bir inancın ve de dirilişin haykırışına binaendir... Kur’an-ı Kerim’i yerküresinde hâkim kılmak için, İslam dünyasının tarihsel misyonuyla bu inanca sımsıkı sarılması lazım… Bireylerden tutun da toplumların tüm kesimlerine, devlet ve yönetimlerine kadar herkese düşen temel görev bu inancın vecibesini yerine getirmektir…

***

Biz her zaman buradan haykırarak ifade ediyoruz; “yeryüzünü nurlandıracak, birliğin ve dirliğin meşalesini yakacak, hakkın, hukukun, adaletin, insan haklarının, eşitliğin ve de özgürlüğün” tesis edilmesi, ancak ve ancak Kur’an’ı hâkim kılmakla mümkün olabilir… Ama gel gör ki bugün yaşanan ve yaşatılan mevcut hal hiç de bu inancın hâkimiyetini göstermiyor!

***

Lakin ruhumuz da, kalbimiz de, bize inanmıyor! Her ne kadar, ruhi derinliklerde ilahi tevhit yaşıyorsa da… Kalbi derinliklerde ilahi nur ve Kur’an sevgisi vaki ise de! Ne hazindir ki biz fiilen toplum olarak bunu somuta erdirmiyor, hayata ve yönetime dair icra etmiyoruz… Bu da yaman bir çelişkiyi ortaya koyuyor.. Kendi kendimizi kandırıyoruz ve yalanlıyoruz…

***

İslam dünyası, bir buçuk asırdır, boğucu ve karmaşık bir sistemle yönetilmektedir. Kur’an hükümlerini içermeyen, vesayete biat edici, jakoben, batıya ve batıla endeksli vücut bulan sistemle yönetildiği içindir ki; ne barışı, ne sulhu ve ne de toplumsal huzuru yakalayabilmiş değildir… Sürekli iç çatışmaların, terörün, şiddetin, kan ve gözyaşının, batağında, bölünüp-parçalanmıştır...

***

Nitekim tarih sayfaları açıktır! Bir buçuk asır öncesi, İslam dünyasının birliğine ve dirliğine bakılsın. Tevhit bayrağı, yeryüzünün nice kıtalarında, dalgalanıp, duruyordu... Osmanlı İmparatorluğu, yedi düvele meyan okuyordu. Ne zaman ki Kur’an hakikatlerine dair zafiyete düştü, sırt döndü, batıya ve batıla odaklanınca, içteki devşirmelerle, bölünüp parçalandı. O günden bu yana İslam ülkelerinde tefrika hâkim oldu!

***

İşte en bariz örnek! İsrail Yahudi’si Filistin’i inim inim inletiyor. Peki, İslam dünyası ne yapıyor? Adeta kulağına pamuk tıkamış şekilde; olup-biteni sessiz sinema misali izliyor… Duymazlıktan geliyor… Vahim bir şekilde, nemelazımcılık içerisinde! Biliyoruz ki böylesi bir anlayışa sahip olan her kim olursa olsun, ilahi gazaptan, Kur’an’ın şamarından, kendini kurtaramaz. Nitekim yaşayarak, olup-biteni görüyoruz!

***

Bakınız, Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuşlardır.

Mealen paylaşıyorum. “Benim korkum bir ay uzaklıktaki düşmanımın yüreğinde yaşıyor…” Peki, bugün İslam dünyası bu manayı taşıyabiliyor mu ya da İslam dünyasından “korkar” bir ülke ve millet var mı? Maalesef… Ki defalarca maalesef diyebiliriz... Bilakis, korkulan olmadığı gibi, korkan olmuş!

***

İşte, Filistin halkının yaşadığı… Ki bugün, celladından yardım ister gibi, Siyonist İsrail’in ağababası olan ABD’den ve onun başkanı Biden’dan “medet” umuyoruz... Oysaki İslam dünyası, Müslümanlar tarih boyunca hiç bu kadar “vahim bir eziklik” içerisinde, olmamıştır... Ortadoğu’nun hal-i perişanlığının, terör yuvasına dönmesi, şiddetin kol gezmesi, işgalci ve müstemleke ülkelerin cirit atmaları, “Kur’an Hâkimiyetinin” olmadığını tescil etmektedir...

***

Bu itibarla, İslam dünyasına âcizane tavsiyemiz, 7’den 70’e İslam’a yönelelim, İslam hakikatlerini yaşayalım. Aileden tutun da toplumun tüm kesimlerine! Aynı minvalde, devlete ve hükümete kadar. Temel hedefimiz, ana gayemiz, yaşadığımız coğrafyanın her karış toprağında, yaşayan her bireyin zihninde, Kur’an hâkimiyetini ikmal etmemiz gerekir.

***

Ve de Avrupa’nın “sömürgesinden” kendimizi alı koymamız lazım... Kendi teknolojimizi oluşturmalıyız ve de geliştirmeliyiz. Ekonomik alanda da üretici olmalıyız... Neden sürekli batı dünyası keferelerinin kapısını çalmak zorunda kalıyor ve bırakılıyoruz! İşte bunu derin düşünüp gayret damarımıza dokunması gerekiyor.

***

Hep ifade etmişimdir... Bir elimizde “ilim” noktasında Kur’an-ı Kerim, diğer elimizde ise “bilim” noktasında “teknoloji” olması gerekir… Oysaki toplum, millet, gerçekten üretkendir, çalışkandır, işini de çok iyi biliyor. Ama sistem ve sistemin uygulayıcıları illaki batı dünyasının kapıkulu olmaktan kendini kurtaramıyorlar. Görünen manzara bu…

***

Gerçek manada İslam’ın özünü, yaşamamız gerekir… Özle sözü bir etmeliyiz… Terk-i diyar ettiğimiz ecdat yadigârına yeniden sarılmamız lazım… Ecdadın cesaretiyle, yürekliliğiyle, kahramanlığıyla hemhal olup, onu tüm kalbi derinliklerimizde hayata geçirmeliyiz… Küllerinden yeniden yeşertmeliyiz ki; Kur’an-ı Kerim’i yerküresine hâkim kılabilelim...

***

Eğer ki, Allahû Teâlâ’nın hükümleriyle, Kur’an’ın Hâkimiyetiyle, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in rehberliğinde, tüm hayat-ı içtimaiyesini bütünleştirirsek! Hem içte hem de dışarıda, “yıkılmaz” oluruz… Bugün, günlük hayat içerisinde öylesine hizipleşmiş, öylesine hasım olmuş bir haldeyiz ki saygı, sevgi, merhamet, vicdan denilen bir olgu kalmış değil…

***

Üç gün önce, Diyarbakır ve Mardin’de bir felaket yaşandı... 15 insan hayatını kaybetti... 70’in üzerinde yaralı var... Yanan milyarlarca liralık, bir yılın mahsulü var.. Yüzlerce küçük ve büyük baş hayvan telef oldu. Peki, bundan çıkarabildiğimiz bir ders-i ibret var mı? Maalesef… Çünkü “sahih ve samimiyet” karinesi içerisinde yaşamıyoruz ve de inanç bütünlüğümüz yok!

***

Kur’an hâkimiyetinin olmadığı bir yerde, vicdan ve merhamet ikmal olmaz! Vesayet oluşur, hak, hukuk, adalet tanımazlık vücut bulur... Bugün İslam dünyasının yaşadığı hal-i perişanlığın özü itibariyle tek sebebi var; o da Kur’an hâkimiyetine dair gaye ve amaçsız olmamızdır..

En derin saygı ve sevgilerimle.