İLK DÖNEM ESERLERİ-22
· Hedef-i kasdı, menfaattir. O ise şe'ni tezahumdur.
· Hayatta düsturu cidâldir. O ise şe'ni tenazudur.
· Kitleler mabeynindeki rabıtası, aheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfi milliyettir. O ise şe'ni müdhiş tesadümdür.
· Câzibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O hevâ ise şe'ni insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebep olmaktır.
Şeriat-ı İslâmiye ise; onun menfi esasları yerine müsbet esaslar vaz eder.
· İşte nokta-yı istinad, kuvvete bedel haktır ki; şe'ni adalet ve tevazündür.
· Hedefte menfaat yerine fazilettir ki; şe'ni muhabbet ve tecazübdür.
· Cihetü'l-vahdette unsuriyet ve milliyet yerine; rabıta-yı dinî, vatanî, sınıfîdir ki; şe'ni samimî uhuvvet ve müsâlemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafüdür.
· Hayatta düstur-u cidal yerine, düstur-u teavündür ki; şe'ni ittihad ve tesanüddür.
· Hevâ yerine hüdâdır ki; şe'ni insaniyeten terakki ve ruhen tekamüldür. Hevâyı tahdid eder. Nefsin hevesat-ı sefîlesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.
Hem medeniyet-i hazırada serbest hevânın tahakkümüyle havâic-i gayr-ı zaruriye; havâic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir.
Bir bedevi yalnız dört şeye muhtaç iken; medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y masrafa kâfi gelmediğinden hileye harama sevketmekle ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev'e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı fakir, ahlâksız etmiştir. Kurûn-u ûlânın mecmu-u vahşetini bu medeniyet bir defada kustu. Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı cây-ı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasiyle mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, medeniyetin esası olan Roma felsefesinin dehâsıyla aşılanmaz.
Medeniyet, nev-i beşerden yüzde onu müzahref bir saadete çıkarmış, sekseni meşakkate sefalete atmıştır. Saadet odur ki; umuma veya eksere saadet ola! Nev-i beşere rahmet olan Kur'ân-ı Kerim ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.
Altıncı Şuâ
Mu'cizat-ı hissiyeden süzülen şuâât-ı istişhaddır
"Kur'ân'ın mislinden bir sûre getiriniz." tahaddi kamçısıyla on üç asırdan beri mütemadiyen a'danın kafasına vurmakla galeyana getirdiği arzu-yu muaraza, hem de câzibedar letâfetiyle heyecana getirdiği şevk-i taklid âmmede hükümrân olmakla beraber, meydanda olan milyonlar kütüb-u Arabiye ile muvazene edilse; hattâ en âmî adam dahi diyecektir ki: "Bu bunlara benzemez." Öyle ise ya en aşağıdadır, bu ise bütün dünyanın ittifakıyla battaldır. Veya umumun fevkindedir ki, o ihtiyac-ı şedîd ve aşk-ı şedîdin ısrar ve tahrikiyle de takat-ı beşer, mislinden âciz kalmıştır. Ümmet i'cazında ittifak etmiştir. Mütenafi olmayan vücuh-u i'cazda ayrı ayrı gitmişler.
Muarazadan men-i İlâhî, sarf-ı kuvâ, ümmîden zuhuru, cem-i hakâik, garabet-i üslûb, belâgat-ı nazm, ihbar-ı guyub gibi.
Bir sâil-i misâlî bana demişti:
"İ'caz-ı Kur'ân'ı îcaz ile beyan et!" Ben de "Rumuz"da böyle cevap vermiştim:
Cevap: İ'caz-ı Kur'ân yedi menabi-i külliyeden tecellî ve yedi anâsırdan terekküb eder.
BİRİNCİ MENBA: Lâfzın fesahatından, nazmın cezaletinden, mânânın belâgatından, mefhumların bedaatından, mazmunların beraatından, üslûbların garabetinden tevellüd eden nakş-ı acîbdir.
İKİNCİ UNSUR: Umur-u kevniyedeki gaybdan, hakaik-i İlâhiyedeki gaybdan, mâzideki gaybdan, müstakbeldeki gaybdan terekküb eden ilmü'l-guyubdur.
ÜÇÜNCÜ MENBA: Lâfzı cihetiyle pek çok; ve usûl-ü Arabiyece sahih; ve nazar-ı belâgatte müstahsen; ve hikmet-i teşri'iyeye münasib pek vâsi vücûh ve ihtimâlâtın şümulünden; ve mânâ cihetiyle meşarib-i evliya, ezvak-ı ârifîn, mezâhib-i sâlikîn, mesâlik-i fukehâ, turuk-u mütekellimîn ihatasından; ve ahkâm cihetiyle hakâik-i ahval, desatir-i saadet-i dareyn, vesail-i terbiye, revabıt-ı hayat-ı içtimaiyenin istiabından; ve ilmi cihetiyle ulûm-u kevniye, ulûm-u İlâhiyeye istiğrakından; ve makasıd cihetiyle muvazenet ve ıttırad ve desâtir-i fıtrata mutabakatından neş'et eden câmiiyet-i hârikulâdedir.
DEVAM EDECEK