Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Orta Doğu ve Batı Asya Bölge Teşkilatı (UCLG-MEWA) Yönetim Kurulu Toplantısı, Konya’nın Karatay Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Karatay Termal Tatil Köyünde iki gün sürecek toplantıda, idari toplantıların yanı sıra kültür ve çevre odaklı tematik oturumlar düzenlenecek. “Üst Düzey Diyalog: Kültürel Mirasın Korunmasında Yerel Yönetimlerin Rolü”, “Kültürel Miras ve Sürdürülebilir Kalkınma: Ekonomik Fırsatlar ve Zorluklar”, “Üst Düzey Diyalog: İklim Değişikliği ve Kentlere Etkisi” oturumlarında, kültürel mirasın korunması için yerel yönetimlerin rolü, kültürel mirasın ekonomik boyutu, iklim değişikliğinin kentsel açıdan etkileri ele alınacak. “GCoM GAP Fonu Bilgilendirme Oturumu”nda ise katılımcılara GCoM fonları hakkında detaylı bilgi verilecek.
UNESCO Dünya Miras Şehirleri Ağı Toplantısı
Etkinlik, UNESCO Dünya Miras Şehirleri Ağı Toplantısı ile başladı. Moderatörlüğünü UCLG-MEWA Projeler Koordinatörü Fatih Gökyıldız ve UCLG-MEWA Proje Uzmanı Beyza Çetin’in yaptığı toplantıda, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Serra Bucak, UCLG Kültür Komitesi Koordinatörü Jordi Pascual, Trabzon Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ahmet Metin Genç, Muğla Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ahmet Aras, Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Şube Müdürü Coşkun Bilgi, Ankara Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Tabiat Varlıkları Dairesi Başkanı Bekir Ödemiş, Bojnord Belediye Başkanı Mohammad Ali Kashmırı, UNESCO Türkiye Milli Komitesi’nden Azize Ökten, Safranbolu Belediyesi Başkanı Elif Köse, Sivas Belediyesi Başkanı Adem Uzun, Lübnan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Lübnan UNESCO Yerel Komitesi Meclis Üyesi Khaled Tadmorı, UNESCO miras şehirleri hakkında sunum gerçekleştirdi.
Eş Başkan Bucak: Kayyım rejimi enkaza yol açtı
Toplantıda sunum yapan Eş Başkan Bucak, uzun yıllardan sonra seçilmiş bir belediye başkanının, 8 yıllık kayyım rejiminin ardından bu platforma katılmasının önemli ve anlamlı olduğunu dile getirdi. Kayyum rejiminin yerel yönetimlere hukuksuz bir biçimde atanmasıyla, bütçe, taşınmazlar ve insan kaynağına yönelik bir enkaza yol açtığını göreve geldiklerinden beri dile getirdiklerini kaydeden Bucak, “Kayyum rejiminin yarattığı bir diğer tahribat ise, uluslararası kuruluşlarla olan bağlarımızın zayıflatılarak yerelin sorunlarına çözüm iradesini ve paydaşlık ilkesini zedelemek olmuştur. Seçilmiş bir irade olarak burada söz almak, tarihsel ve toplumsal bir yıkımın panoramasını sizlere bütün şeffaflığıyla açıklamak bu anlamıyla büyük önem taşımaktadır” dedi.
‘Sur ve Hevsel'in yakın tarihini gözler önüne sermek önemli’
UNESCO Kültürel Miras Koruma Alanı olarak tescillenen Sur ve Hevsel'in profillerini çizecek ve yakın tarihini gözler önüne serecek olmanın, MEWA (Orta Doğu ve Batı Asya) bölgesi için özellikle önemli olduğunu belirten Bucak, şöyle konuştu: “Üye ülkelerin bulunduğu siyasal atmosfer, çatışmalar ve iç savaşların sık yaşanması, deprem bölgelerinde bulunmamız gibi faktörler, UNESCO koruma alanında olsun veya olmasın, kültürel mirasın korunması konusunda bu coğrafyalarda daha fazla düşünmemizi ve aksiyon almamızı gerektiriyor. Türkiye bağlamında bakıldığında, Suriçi özellikle ve Suriçi’nde yaşananlar, bu ülke özelinde tekil bir örnek teşkil etse de, MEWA bölgesinde üye bölgeler olsun ya da olmasın böylesi bir tehdidin varlığı göz ardı edilemez. Devlet kaynaklı veya değil; çatışmalar, ağır silah kullanımı, toplumu bütünüyle etkileyen siyasal iklimin yıllardan beri varlığı, deprem gibi büyük felaketler ve radikal İslamcı İŞİD’in özellikle Halep’in tarihi yapılarını hedef alan saldırıları, bu bölgelerin kültürel kimliğini ve mirasını tehdit eden en önemli gerçekliklerden bazılarıdır.”
UNESCO süreci
Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçelerinin, beraberinde tampon bölge olarak Suriçi’nin, 2015 Temmuz ayında UNESCO Kültürel Miras Koruma Alanı olarak tescillendiğini hatırlatan Bucak, “Suriçi, zaten 1988 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Kentsel Sit Alanı olarak belirlenmişti. Dolayısıyla hem yerel hem de uluslararası bağlamda koruma altında olan bir bölgeden söz ediyoruz. Sur ve Hevsel bahçeleri kültürel peyzajının UNESCO koruması altına alınması için 2010’dan başlayarak titiz bir ekip çalışması yürütüldü. Bu çalışmaların öncüsü Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi oldu. Hem UNESCO hem de bakanlıkla birden fazla muhatabın olduğu, detaylı araştırmaların yapıldığı ve raporların sunulduğu bir süreçten bahsedebiliriz. Fakat önce Sur ve Hevsel’i biraz anlatıp, tarihsel toplumsal fotoğrafını özet biçiminde de olsa çekmek, ardından bu bölgelerde neler olduğunu ve bin yıllara yayılan tarihsel, toplumsal ve kültürel mirasın nasıl birkaç ayda yok olma eşiğine geldiğini anlatmak istiyorum. Bu sürecin gelişimini, binlerce yıldır derinden tahripler almadan, savaşlara, göçlere, işgallere rağmen yaşayabilmiş bu iki alanın bu kadar kısa bir sürede nasıl böylesine kalıcı yıkıma maruz bırakıldığını açıklamak istiyoruz. Yakın tarihe başvurup hafızamızı tazelerken, aynı zamanda kültürel miras koruma alanlarında yerel yönetimlerin azalarak bitirilen söz ve yetki hakkını, kayyum politikasının kültürel miras alanlarına olan etkilerini ve bütün bu koruma/tahribat süreçlerinde sivil toplumun söz hakkının dışlanmasını da anlamak mümkün olacaktır” diye konuştu.
‘Suriçi 8 bin yıllık tarihe sahip’
Mevcut arkeolojik verilere göre Suriçi’nin 8 bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu kaydeden Bucak, konuşmasına şöyle devam etti: “Hevsel bahçelerinin ise M.Ö. 9. yüzyıldan beridir var olduğunu biliyoruz. Doğal peyzaj ve doğal peyzajın imkan verdiği, birlikte geliştiği kültürel yapıyla birlikte, kendine has, kesintisiz bir tarihsel ve toplumsal yapı yaşatabilmiş bir yerleşim alanından söz ediyoruz. Hevsel Bahçeleri ise, bir kenti besleyen kaynak olarak kentin hemen kıyısında belirmesi ve dünyadaki diğer örneklerle karşılaştırınca epey geniş bir alan olması nedeniyle eşsiz bir özellik taşıyor. Bu kenti binlerce yıldır besleyen bir nokta olmasıyla kritik; fakat sadece besleyen değil, kentin somut olmayan kültürüne de kaynaklık etmiş bir alan. İpekböcekçiliği, dokuma, karpuz üretimi ve bostanlarda gelişen eğlenceler, mevsimsel kutlamalar vb. aracılığıyla somut olmayan kültürün doğup gelişmesinin kaynağı olmuş bir alandan söz etmekteyiz. Koruma altındaki bu iki alan, binlerce yıldır elbette savaşlar, göçler, işgaller sonucunda bir takım yaralar alarak fakat üstün evrensel değeri büyük zararlar görmeden 2015 yılına kadar taşınabilmişti.”
‘3 bin 569 yapı yıkıldı’
Eş Başkan Bucak, Temmuz 2015’te UNESCO bütün bu uzun ve zahmetli çalışmaların ardından Sur ve Hevsel Bahçelerini Dünya Mirası Listesine eklemesinin üzerinden iki ay geçtikten sonra Sur’da bazı mahallelerde yıllarca sürecek olan sokağa çıkma yasaklarının başladığını ve kentin bu bölümünün ağır bir çatışma sürecinden geçtiğini belirtti. Çatışma ve çatışma sonrası sürecin, büyük bir insani yıkıma yol açarken, “Dünya Miras Alanı” ve aynı zamanda “Kentsel Sit Alanı” olarak korunması gereken Sur'da çok ciddi tahribatlar yaşandığını ifade eden Bucak, “Bu dönemde alanda var olan toplam 4 bin 983 adet yapıdan, 3 bin 569 tanesi yıkıldı. Yaklaşık 24 bin insan zorla yerinden göç ettirildi. Suriçi’nde, korumaya tabi alanların yaklaşık yüzde 50’si yok edildi” şeklinde konuştu.
‘Belediyenin Sur’a girişine izin verilmedi’
Bu süreçte tarihi yapıların uğradığı tahribatı çatışma esnasındaki ve çatışma sonrası yıkım olarak ikiye ayırmanın daha doğru olacağını dile getiren Bucak, şöyle konuştu: “Çünkü, Sur’daki sokağa çıkma yasaklarında ağır silahlar ve patlayıcılar kullanıldı ve buradaki tarihi yapılar yerle bir edildi. Büyükşehir Belediyesi ve Dünya Mirası alan yönetimi o dönem Sur’a girmek istedi. İncelemelerde bulunmak, tarihi yapıların akıbetini öğrenmek istedi. Ancak karşılaştıkları şey, bir itiraz ve ret ile sonuçlandı. Tarihi mirasın korunması ilkeleri çerçevesinde konuşacak olursak; daha da kötüsü oldu ve yıkılan, yerle bir edilen tarihi yapıların kalıntıları maalesef iş makineleri ile temizlendi. Yani kaba/basit bir hafriyat kaldırma işi yürütüldü tarihi miras alanında.”
Uzun yıllar alana alınmadıklarını, fakat zaman içinde yıkımın boyutunu uydu görüntüleri yardımıyla fark ettiklerini kaydeden Bucak, “Mayıs 2016’da Suriçi’nin yüzde 10'u yıkılmışken, Ağustos 2016’da aldığımız uydu görüntülerinde alanın yüzde 20'sinin yıkılmış olduğunu tespit ettik. Temmuz 2017 görüntülerine baktığımızda ise yüzde 50'sinin yok edildiğini gördük” dedi.
‘Surların restorasyonu dar bir alanla sınırlandı’
Kültürel mirasın korunmasına dair yalnızca fiziki dokuya referansta bulunamayacağını kaydeden Bucak, konuşmasına şöyle devam etti: “Bir cadde, bir sokak, sokağın genişliği, taşların niteliği, en ufak bir detayın bile korunacak bir miras olarak görülmesi gerekir. Sur’da ve Hevsel’de yaşanan yıkıma bu iki boyut etrafında yaklaşılmalıdır; Somut ve somut olmayan mirasın yok edilmesi. Zira ele aldığımız bu kent kırım örneğinde sadece fiziki doku yok edilmedi; alınan kamulaştırma kararıyla kültürün taşıyıcısı olan insanların evlerine, mülklerine el konuldu, geri dönmelerinin önü kesildi. Dolayısıyla, buradaki sosyal, kültürel yaşam, iktisadi yaşam tahrip edildi, bütün bunların biçimlendirdiği miras bir bütün olarak hedef alındı. Fiziki alan ve sosyal alanın birbirini besleyen ağları yok edilerek binlerce yıllık yaşam belki de ilk defa bu kadar ciddi bir yıkıma tabii tutuldu. Geldiğimiz noktada, Bakanlık ve kayyum yönetiminin kültürel miras koruma vizyonu Surların restorasyonu ve duvarların kendisini korumak, kötü, yapay restorasyonlarla yetinmek gibi oldukça dar bir alanla sınırlandı.”
‘Çalışmalara başladık’
Göreve geldiklerinden beri Sur ve Hevsel’in alan yönetim planlarına dahil olmak, o süreci yürütmek adına çalışmalara başladıklarını vurgulayan Bucak konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Yerel yönetimlerin rolü yalnızca kentteki hafriyatı kaldırıp onları atık sahalarına taşımak olmamalı. Yerel yönetimlerin kentteki kültürel miras alanlarına sahip çıkmak, korumak için politikalar belirlemek ve o politikaları hayata geçirmek gibi önemli bir misyonu olmalıdır ve bu misyon yalnızca merkeze terk edilemeyecek kadar mühimdir. Bugün artık Sur ve Hevsel Bahçeleri ‘Tehlike altındaki dünya mirası’ olarak adlandırılmaya başlandı. UNESCO’ya eleştirimiz var. UNESCO, gecikmeli de olsa reaktif misyon gereği kente gelerek detaylı incelemelerde bulundu ve bu saydıklarımızdan daha detaylı analizler yaparak sorumluları işaret eden uzun raporlar yayınladı. Alanın Orta Çağ’a ait kent dokusu bozulmuş durumda olduğu, bu dokunun geri döndürülmesinin çok zor olduğu, yeni yapıların alanın dokusuyla akraba olmadığı ve çalışmalara dair iyi bir belgeleme ve değerlendirme yapılması gerekliliği UNESCO’nun teknik komitesi ICOMOS tarafından birçok defa vurgulandı.
2015’ten bu yana Bakanlığın alanı korumaması, ranta açması, kontrolsüz yapılaşmaya izin vermesi ve çivi bile çakılmayacak alanlara iş makineleriyle girilmesi elbette bu bölgeleri tehlike altındaki alanlar olarak yeniden tescilleyebilecek bir takım politikalardır. Yapılması gereken, alan yönetiminin Ankara’da bulunan yetkililerinin yerel yönetimlere, kent gönüllülerine, Koruma Platformuna ve diğer sivil yapılara açık alan bırakarak yönetim planının revizyonuna bütün paydaşları dahil etmesidir. Bundan sonra yapılması gereken korumak için ortaklaşmak, yerelleşmek, kültürel mirası korumayı öncelemektir.”
DBB Haber Bülteni
Kaynak: Bülten