Kapsamı zaman zaman daraltılsa da yasağın sürdüğü mahallelere gidemeyen Surlular, yeni yıla da evden uzakta giriyor.
Diyarbakır'ın merkez Sur İlçesi Kaymakamlığı'nın resmi internet sitesinden 11 Aralık 2015 Cuma günü yayınlanan bir duyuru saat 16.00’dan itibaren ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini belirtiyordu. Sur’da oturanların çoğu sessiz sedasız sırtladıkları denkleriyle ilçeyi terk ettiler. Geride kalanların ümidi, yasağın bir süre sonra kaldırılacağı yönündeydi. Aradan bir yıl geçti. İlçenin altı mahallesindeki yasak kararının kapsamı zaman zaman daraltılarak bazı sokaklar açılsa da, surların çevrelediği ilçenin dört mahallesine girilemiyor. Çatışmalardan hasar gören kimi evler yeniden yapılmak üzere yıkıldı, kalanlar da sıralarını bekliyor.
Diyarbakır’ın Sur ilçesini terk edenlerin çoğu, önce yakınlarının yanına sığındılar, sonra Bağlar ve Şehitlik ilçelerinde bulabildikleri evlere yerleştiler.
"Körpe bebeklerimi alıp kaçtım"
Sevda Kaplan onlardan biri. İlçede çatışmalar başladığında yedi çocuğunun en küçükleri Hüsnanur ve Berat’ı alarak kaçmış. Baba Fikri Kaplan ise, diğer çocuklarla geride kalmış.
“Mahalleye dışarıdan tanımadığımız gençler geldi. Herkesi korkuttular. Hendek kazmaya başladılar. Pek çok kişi o zaman kaçıp gitti. Bizim gidecek yerimiz yok. Kocam müzisyen, mahalle aralarındaki düğünlerde davul, zurna çalıyor. Evimiz de ,ekmeğimizi kazandığımız yer de Sur. Eşimi zorladım gitmek için. Sonra çatışmalar başladı. En küçük çocuklarım Hüsnanur ve Berat daha körpe. Baktım kocam gitmeye gönüllü değil, kızarak alıp körpelerimi çıktım. Gidecek hiçbir yerim yok. Ne yaparım, ne ederim diye düşünerek Bağlar’a kadar geldim. Hava soğuktu, çok üşümüştük, çocukların yüzleri kıpkırmızıydı. Yıkık bir evin harabesinin içine girip oturdum. Ateş yakmak için çalı, çırpı aradım ama bulamadım bir şey. Mahalleden birkaç kişi durumumuza acıdı. Oralarda boş bir ev varmış, aralarında para toplayıp kiraladılar. Eve girdim ama altıma sereceğim bir kilim bile yoktu.”
"Aklım Sur’da"
Sevda Kaplan’a ev bulan mahalleli eski kilim, yatak yorganlarını da taşımış. Çocuklarına süt kaynatıp getirmişler. Ancak, onun aklı yasağın geldiği Sur’daki evinde ve çocuklarında kalmış.
“Biraz öteberiyle evin bir odasına yerleştim. Sur’daki patlamaların sesi bize kadar geliyordu. Sürekli arıyordum evi. Eşim ve çocuklarımla konuşuyordum. Eşim evden çıktıklarında evin talan edileceğinden korkuyordu. Elektrikler kesilmiş, sular kesilmiş, yiyecek bir şeyleri yok. Banyo kazanının içerisinde kalan suyu içmişler. On gün kadar onlar Sur’da, ben Bağlar’da kaldım. Yasağa ara verilmişti. Bir pikap tutup Sur’a gittim. Eşyalarımızı ve çocuklarımızı alıp gelecektim. Ama PKK'lılar izin vermediler. Eşyalarımızı alamayacağımızı ama bizim çıkabileceğimizi söylediler. Kalsak eşyalar bir yana biz de ölecektik. Çaresiz çocuklarla ve eşimle Sur'dan çıkıp Bağlar'da mahallelinin tuttuğu eve geri döndük.”
‘Zor hayat’
“Burada yoksulluk içindeyiz. Bir çocuğum engelli. Devletin verdiği bin lira kira yardımı ve komşularla, hayır kuruluşlarının yaptıkları yardımlarla geçiniyoruz. İnanın yedi çocuğa para yetişmiyor ve bazen aç yatıyoruz. Psikolojimiz bozuk ve ne olacağımızı bilmiyoruz. Eşim çalışamıyor, artık kimse mutlu değil ve mahalle düğünleri yapılmıyor. Başka işten de anlamıyor. Anlasa da iş yok zaten. Benim tek dileğim, bir gün Sur’un kapılarının bize açılması. Yoksa hayatımız zor ve gittikçe de zorlaşacak.”
"Hem yürüdük hem ağladık"
Sur’dan çıkmak zorunda kalanların kolay hayatları yok. ‘Dara düştüğümüzde tanıdık dostlarımızı’ diyen ev hanımı F.A. akrabaları yüzünden çok gözyaşı döktüğünü söylüyor.
“Sekiz çocuğum var ve altısı kız. Birinin eşi cezaevinde. Erkek çocuklarım iş bulamıyor. İnşaat işçisi olan eşim çalıştığı inşaattan düştüğü için engelli. Biz bakıyoruz. Bir yıldır yürüme mesafesindeki evimizden uzaktayız. Kimse evinden olmak istemez. Biz olduk. Tek bir mendil alamadan çıkmak zorunda kaldık. Gidecek yerimiz yoktu, o nedenle eltime gittik. Bizi bir hafta idare etti. Bir haftadan sonra bizi evinde istemediğini ima etti. Eşimle 500 Evler’den ki, yaklaşık on kilometredir şehir merkezine, hem yürüdük hem ağladık. Çok ağrımıza gitti. Anladık ki, bir başımızlayız dünyada. Eşim kahrından günlerce hasta yattı.”
"Bizim mahalleye sokmadık"
Sur’da olayların başladığı günlerde hendek kazanları sokaklarına sokmadıklarını anlatan F.A. evlerinden ayrıldıkları günleri şöyle anlatıyor.
“Mahallede dedikodu başlamıştı, ‘dışarıdan’ gelenler çukur kazıp çatışacaklar diye. Herkes huzursuzdu. Bir gün bizim de oturduğumuz Cemal Yılmaz mahallesine geldiler. Hendek açıp, barikat kuracaklarını söylediler. Mahalleli toplandık ve evimizin önünü kazdırmayacağımızı söyledik. Tehdit ederek gittiler. Ama gelmediler. Bizim olduğumuz tarafta çok çatışma olmadı, sesleri işitiyorduk ama. Sonra yasak geldi, bir hafta başımızı çıkaramadık. Evde hamur yoğurup tavada pişiriyordum. Onu yiyorduk. Herkes korkusundan birer birer mahalleyi terk etti. Baktık olmayacak, biz de çıktık. Eltimin evinde bir hafta kaldık. Sonra kapıda kalınca çıkıp yer aramaya başladık.”
"Un çuvallarını yorgan yaptık"
F.A., hiç tanımadıkları insanlardan yardım gördükleri gibi, Sur dışında geçirdikleri bir yılda vefasızlıkla da karşı karşıya kaldıklarını anlatıyor:
“Bir ev bulduk. Gecekondu ve rutubetli bir yer. Evin ederinin üç katını istediler. Sur’dan geldiğimizi, imkânımızın olmadığını söyledik,ama nafile. Tuttuk mecburen. Çıplak, soğuk yer ve hiç eşyamız yok. Erkek kardeşim gelip halimizi gördü, ‘bacım burada kalamazsınız’ diyerek bizi evine götürdü. Sağolsun, bir ay hiç gönlünü dar etmedi. Sonra, şimdi oturduğumuz evi bulduk. Hiç eşyamız yok, iki battaniye bir kilim. Çocuklar fırından un çuvalı bulup getirdiler. Battaniyeleri yere serdik. Rulo yaptığımız kilimi yastık yaptık, çuvalları da üzerimize örttük. Betonun soğuğuyla tir tir titreyerek uyumaya çalıştık. Sonra yardım kuruluşlarından ve bazı yüce gönüllü tanıdıklardan yardım geldi. Bir soba kurduk ve tüm günümüz işte bu sobanın etrafında geçiyor. Akrabaların köyden gönderdikleri palamutları sobanın üzerinde pişirip çay kaynatmak ise tek eğlencemiz.”
"Evime bakıp bakıp ağlıyorum"
F.A.'nın Cemal Yılmaz mahallesindeki evi, ‘Eski Diyarbakır evi’ diye tabir edilen taş ev. Hasar görse de henüz yıkılmamış. Yıkılıp yıkılmayacağını da bilmiyor. Zaman zaman evini gören ve yasak kapsamında olmayan mahallelerdeki yüksek binalara çıkıp evine baktığını anlatıyor.
“Hâlâ yerinde evim. Çıkıyorum yüksek binaya ve evime bakıyorum. Biliyor musun, ben Diyarbakır dışında hiçbir yer görmedim. Evimin, mahallemin dışına ise pek az çıktım. Orada doğdum, orada büyüdüm ve her şeyi orada gördüm. Günün birinde ‘evine dönüyorsun’ demelerini bekliyorum.”
"Kalbimiz Sur’da kaldı"
Terk etmek zorunda kaldığı Sur ile ilgili yitirdiklerini, ‘biz çıktık ama kalbimiz Sur’da kaldı’ diye tarif eden E.M. evli ve iki çocuk babası. Geçirdiği bir yılın hayatının en zor yılı olduğunu söyleyen E.M., Sur’dan çıkanların kalbinin, taştan dar sokakları hiçbir zaman terk etmeyeceğini anlatıyor.
“Hiçbirimiz çıkmak istemezdik ama başka şans bırakmadılar bizlere. Mahallede sürekli fısır fısır konuşurlardı. Benim de kulağıma çalındı, dağdan birilerinin geleceği ve Sur’un savaş alanına döneceği. Ama ihtimal vermedik doğrusu. Sonra geldiklerini duyduk. Sayıları 200 kadardı. Silahlarla rahat rahat dolaşırlardı. Şırnak, Lice ve Tunceli’den geldiklerini söylediler. İnsanlara özgürlük getireceklerini, kendilerine yardımcı olmamızı istediler. Ama, bize yıkım ve felaketten başka bir şey getirmediler.”
"Her evden bir kişi"
Mahalleye gelen PKK’lıların, her evden bir kişinin kendilerine katılmasının zorunlu olduğunu söylediklerini anlatan E.M. daha çatışmalar başlamadan ilçeden çıktıklarını anlatıyor:
“Mahallede uyuşturucu ve hırsızlık ile uğraşan serserilerin tamamı bunların safına geçti. Mesleklerini daha rahat yapacaklardı böylelikle. Babam, ‘bize gelir ve çocuklarımdan birini de isterler, onlar gelmeden biz gidelim’ diyerek eşyaları toplamaya başladı. Sadece bir odamızdaki eşyaları bıraktık. Çıkıp Gaziler’de bir eve yerleştik. Ben eşyalarımız çalınmasın diye geride kaldım. Eve gidip gelirken hendeklerin başında bekleyen yüzleri kapalı gençler bana ses çıkarmıyorlardı. Bizim mahallenin gençleri olduğunu anlıyordum. Bunlardan biri ile konuştuk bir gün. Bana günlük 50 lira aldıklarını söyledi. Evimiz iki katlıydı, alt katımızı delerek yapışığındaki evlere tünel açtılar. Çatışmalar da başlayınca daha fazla kalamayacağımı anladım. Çıkıp gittim ben de.”
"Anılarımızı çaldılar"
Sur ile ilgili kayıplarını anlatırken, "anılarımızı çaldılar" diyor E.M. Tüm hayatının geçtiği Sur’dan uzak kalmasının kendisini derinden etkilediğini söylüyor.
“Anılarımız, arkadaşlarımız, paylaşımlarımız hep Sur’da kaldı. Dar sokaklarda akşama doğru herkes kapının önüne oturur sohbet ederdi. Sende fazla olanı verip, eksik olanı aldığın bir yerdi orası. Çıkıp gittik. Allah’a şükür ki babam işçi ve devlet bana 7-8 ay olsa da iş verdi. Geçinebildik. Nereden bıraksalar beni, yolum Sur’a çıkıyor. Kopamıyorum oradan. Ne evimiz ne de mahallemiz kaldı, ama ümidim var. Günün birinde geri dönme imkânı olur, ancak biliyorum ki ,anılarımızı yitirdik ve bir daha yaşatamayacağız. Benim en büyük kaybım bu ve telafisi yok.”
Diyarbakır’ın Sur ilçesinden resmi olmayan verilere göre, yaklaşık 60 bin kişi çatışma, hendekler, barikatlar ve patlayıcılar nedeniyle göç etti. Göç edenlerin çoğu gelir düzeyi en düşük ailelerdi ve uzağa gidecek imkandan yoksundular. Şimdi kentin çevresindeki gecekondu mahallelerinde yaşıyorlar. Tamamının ortak düşüncesi, bir zamanlar kalplerinin attığı Sur’a dönebilmek. (Kadir Konuksever/ Aljazeera)
Kaynak: Diyarbakır Söz