‘’İki hayalim vardı. Biri Kamu Yönetimi’ne gidip kaymakam, vali olmak, diğeri de Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne gidip diplomat olmak. Ama SBF’yi iki puanla kaçırdım. Onun yerine Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni kazandım. Şöyle bir teselli buldum kendime: ‘Olsun vali, kaymakam da yönetici. İşletmede de zaten yönetim okuyorum.’ Sonra ‘İyi ki böyle bir alana kaymışım’ dedim.
Öğrencilik yıllarım çok rutin, çok standart bir öğrencilik değildi. O dönemde anarşi çok ileri düzeydeydi. O esnada Milli Türk Talebe Birliği’nde, Erzurum’da öğrenci lideriydim. O yüzden okula devamlılığım yoktu. Ama sınıfta da kalmadım. Hayatımı değiştiren şey Sabahattin Zaim Hoca’nın bir tavsiyesidir. Bir gün, kendisiyle karşılaştık. Üniversite üçüncü sınıfa geçmiştim. İlk defa bir profesörle yan yana oturma imkânım olmuştu.
Zaim Hoca, çok basit bir şey söyledi: ‘Oğlum üniversiteden mezun olunca üç şey olursun. Bir, devlet memuru. Bunun için diplomanı alman yeter. İkincisi, özel sektörde çalışmak. Üçüncüsüyse akademik çalışma yapmak. Bunun içinse İngilizce bilmen ve yüksek lisans yapman gerekir.’
Öğretim üyesi olmaya karar verdim. İngilizce öğrenmeye başladım. İstanbul ’da kursu buldum, burs için de sağa sola müracaat etmeye başladım. Ve bursu buldum. Ancak her dönem not ortalamamın 80’in üzerinde olması gerekiyordu. Borç harç ilk kurun parasını buldum ve kayıt oldum.
İngilizce kurstaki hocam meşhur romancı Pınar Kür’dü. İkincisi de Necip Fazıl Kısakürek’in yeğeni Kezban Hanım. Kursta dört ay, her gün üç saat İngilizce dersi gördüm. Öğleden sonra da Sultanahmet Meydanı’nda turistleri avlamaya başladım. Onlarla biraz konuşayım da dilim gelişsin diye. Milli Talebe Birliği’nin Turizm Enformasyon Bürosu’nda da gönüllü çalıştım. İngilizce öğreneceğim diye hepsine katlandım.
Evde hanımla aramızdaki en ciddi ayrımlardan birisi çocuklara, ‘Ders çalışın’ demememdi. Bana sürekli kızmıştır. Ama hayatla ders arasında denge kursunlar diye uğraştım. Lise birinci sınıftan itibaren her yaz çocuklarım hayata uyum sağlayacak stajlar yaptılar. Şimdi de özel sektördeler. Kızım da Bilkent Üniversitesi’nde işletme okuyor. Ona “Staj yap” diyorum ama yapmıyor.
Akademisyenliği özlüyorum. Ders anlatmayı özlüyorum.
Haftada mutlaka bir günümü eşime ve çocuklarıma ayırıyorum. Hiçbir şey yapmasak bile onlarla bir gün geçiriyorum.
Kızım kıyafetlerime çok karışır. Sabah çıkarken ya hanım ya da kızım mutlaka kravatıma müdahale ederler.
Çocukken pul koleksiyonu merakım vardı. Küçük defterlerde saklardım onları. Üniversiteye giderken evde bırakmıştım. 30-35 yıl sonra bir gün anneme sormuştum. Annem ‘Onlar hâlâ duruyor’ diyerek çıkarıp getirdi. Ben de bütün pulları yeni defterlere koydum. Yeniden pul biriktirmeye başladım.
Film izlemeyi seviyorum. Hafta sonu en büyük zevklerimden biri eğer evde olursam film izlemek. Kızımla birlikte film seçip izliyoruz.
Yılda bir kere mutfağa girerim. Kurban etinden bütün ev halkına sac kavurma yapıyorum. Özel kendi yöntemimle, domatesli, biberli, acılı. Onun dışında mutfağa pek girmem.
Evin en küçüğü kızım. En çok dalga geçen de odur benimle. Yaptığım her şeyle alakalı bir dünya dalga geçer. Mutlaka bir kulp bulur. Espri kabiliyeti yüksek.”
Hürriyet
Kaynak: Diyarbakır Söz