Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili İdris Kurt tarafından hazırlanan ve Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede, PKK’nın niçin terör örgütü olarak kabul edilmesi gerektiği anlatıldı.
PKK/KCK adıyla anılan örgütün bir terör örgütü olduğu konusunun tartışma gerektirmeyecek açıklıkta olduğu belirtilen iddianamede, “Gerek uluslararası hukuk ve anlaşmalara konu olmuş genel ilkeler, gerek iç hukukumuzdaki düzenlemeler açısından söz konusu örgüt tamamıyla bir terör örgütüdür. Bu konuda daha önce bir çok karara gerekçe olmuş bilgilerin tekrarlanmasına gerek duyulmamıştır. Fakat bazı hususların da farklı bir izah ile açıklanması gerekmektedir. Bu yapının terör örgütü olduğuna dair tespit, sadece bizim iç hukukumuzdaki binlerce kesinleşmiş yargı kararı, uluslararası bazı kuruluşlarca terör örgütü olarak kabul edilmiş olması veya bir çok ülke tarafından terör örgütü olarak belirlenmiş olması nedeniyle değildir. Bu örgüt ideoloji/amaç, örgütsel yapı, cebir-şiddetin aynı zamanda olması/bulunması olarak belirlenen şartları taşımakta mıdır? Evet. O zaman genel ilkeler çerçevesinde de bu örgüt bir terör örgütüdür” denildi.
“Hangi eylemin terör eylemi sayılacağına dair hukuki düzenleme yapma ve tanımlama yetkisi, münhasıran her devletin kendisine ait bir haktır” denilen iddianamede şu görüşlere yer verildi:
‘BU ÖRGÜTÜN BİR TERÖR ÖRGÜTÜ OLMADIĞINI İLERİ SÜRMEK HİÇBİR ÖRGÜTÜN TERÖR ÖRGÜTÜ OLMADIĞININ KABULÜ DEMEKTİR’
“Eğer bir devletin yaptığı bu tanımlama uluslararası hukuka veya insan haklarına aykırı ise, buna yapılacak itirazın, örneğin Türkiye Cumhuriyeti devletinin de insan haklarına ve demokrasiye saygısının bir gereği olarak kabul ettiği uluslararası yargı kurumlarına taşınabilme imkanı mevcuttur. İç hukukumuz açısından bu yapının bir terör örgütü olduğu konusunda zaten duraksama yoktur. Bu örgüt bir terör örgütüdür ki, binlerce yargı hükmü mevcuttur. Binlerce yargı hükmünün yersiz olduğu anlamına gelecek şekilde, bu örgütün bir terör örgütü olmadığını ileri sürmek, artık hiçbir örgütün terör örgütü olmadığını, terör diye bir kavramın da bulunmadığını kabul etmeyi gerektirir.”
“Diğer yandan şüphelinin ifadesinde belirttiği, ‘bu örgütün ortaya çıkış şartları, tarihsel nedenler, 30 yıl istikrarlı bir şekilde yürüttüğü silahlı çatışma potansiyeli, kırk bin militanını silahlı çatışmada kaybetmiş olmasına rağmen halen onbeş-yirmi bin silahlı militanı barındırıyor olması, Kürt toplumu içerisinde büyük oranda toplumsal desteğe sahip olmasının, bu örgütün terör örgütü olarak tanımlanmasına engel teşkil ettiğine’ ilişkin beyanının da, bu yapının terör örgütü olarak tanımlanmamasının haklı ve meşru bir gerekçesi olamaz. Ne kadar, kaç kişilik toplumsal tabana sahip olmalıdır ki; terör örgütü olarak nitelenmesin? Yine DEAŞ gibi oldukça vahşice cinayet/katliam gerçekleştiren bir örgüt, halen savaşan 30 bin silahlı gücünün olduğu söylendiğine göre, üstelik de belli bir toprak alanını kontrol altında tutmasına rağmen, bir terör örgütü olarak nitelenemeyecek midir? Elbette tereddütsüz terör örgütü olarak nitelenecektir.”
“Asgari düzeyde evrensel insan hakları kapsamında sayılan bir hakkın talep edilmesi, bu hak talebinin meşru bir yöntemle ileri sürülmesi, bu hak talebinin elde edilmesi konusunda meşru yolların açık olması halinde şiddet içeren eylemin meşru olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Günümüzde meşru bir hakkın, meşru bir yöntemle talep edilmesinin önünde hiçbir engel olmadığına göre, terör örgütünün talepte bulunduğu hakların meşru yoldan elde edilemediği, bu nedenle cebir-şiddet içeren eylemlere mecbur kaldığı yönündeki iddiası ülkemiz için kesinlikle gerçek dışıdır. Zira dosyamız şüphelisinin alınan ifadesinde de, ülkemizde terör örgütünün siyasal uzantısı olmakla suçlanan bir partinin seçimlere katılarak 80 milletvekili elde ettiği, ‘Dünya’nın hiçbir yerinde bir terör örgütünün dolaylı bir biçimde bile olsa seçimlere girdiği, dil ve kültürel taleplerde bulunduğu, Anayasal önerilere ilişkin paketler sunduğu görülmemiş’ olmasının, söz konusu yapının terör örgütü olmadığına ilişkin gerekçesi olarak ileri sürülmüş ise de, bu beyan aynı zamanda, örgütlenme özgürlüğü konusunda Dünya’da bir eşimizin dahi olmadığının teyididir.”
“Yine şüpheli ifadesinde, ‘silahlı militanların da trafik polisleri gibi, güvenlik görevlisi de olsa silahsız operasyonel görevlerde olmayan görevlilere karşı eylemlerinin insancıl hukuk ilkelerini ihlal ettiğini belirttiklerini’ beyan etmiştir. Bu beyanın mefhumu muhalifinden şu anlam çıkmamakta mıdır? Eğer trafik polisi silahlı ise ona yönelik saldırı insancıl hukuk ilkelerini ihlal etmemekte midir? Operasonel görevde olmasalar bile üzerinde silah olan bir güvenlik görevlisine saldırı meşru mudur? Bu beyana göre demek oluyor ki; yol aramasında veya operasyon faaliyetinde olan güvenlik görevlisine yönelik saldırı, zaten insancıl hukuk ilkelerini ihlal etme sayılmayacaktır.”
“Ayrıca daha önce terör örgütü denilen bir çok örgütün, sonradan bu şekilde tanımlanmadıkları yönündeki beyan da doğru değildir. Bu tip yapıların silahlarını bırakmaları, şiddeti terk etmeleri konusunda, meşru ve yetkili görevliler ile anlaşma aşamasından sonra artık terör örgütü olarak nitelenemeyecekleri açıktır. Ancak bu aşamaya gelinceye kadar her terör örgütü terör örgütü olarak nitelenmiştir. Sonradan herhangi bir gerekçe ile cebir ve şiddetten vazgeçme, daha önceki döneminde terör örgütü sayılmasına engel değildir.”
‘SUÇUN İŞLENİŞ ZAMANI ÇOK DİKKATLİ OLUNMASI GEREKEN BİR SÜREÇTİR’
“Kişinin doğuştan sahip olduğu veya yasalar tarafından tanınan (meşru) bir hakkın elde edilmesi amacıyla kullanılan yöntemlerin, toplumu yıldırma-korkutma sonucunu doğurmaya yönelik bombalama, silahlı saldırı gibi şiddet unsurunu içeremeyeceği, böyle bir yöntemin günümüzde ülkemiz açısından artık meşru ve hukuki bir yöntem olarak sunulamayacağı açıktır. Zira şüphelinin söz konusu örgütün ciddi bir toplumsal desteğe sahip olduğu yönündeki beyanı, söz konusu örgütün kullandığı şiddet/tedhiş eylemleri ile toplumu yıldırma-korkutma sonucu ulaşılan bir durum olduğunun göz ardı edilmesi ile ancak izah edilebilir. Ayrıca şüpheli var olduğunu iler sürdüğü desteğin, doğduğu toplumdan daha çok dış kaynaklı olduğunu da göz ardı etmektedir.”
“Suçun işleniş zamanı da çok dikkatli olunması gereken bir süreçtir. Toplumu şiddet sarmalından korumaya çalışan güvenlik güçlerinin, terör örgütüne karşı mücadelesinde yoğun olarak şehit verildiği bir dönemde, adeta bu mücadeleyi sekteye uğratacak, canını ortaya koyarak mücadelede görev alanların motivasyonunu kıracak biçimde sorumsuzca beyanda bulunmak, ‘ne kadar sarsıcı ve tabuları yıkıcı da olsa ifade özgürlüğünü kullanma hakkı’ kapsamındaki hakkın kullanılmasıyla açıklanamaz.”
Şüpheli Tahir Elçi’nin “Basın yoluyla terör örgütü propagandası” suçunu işlediği belirtilen iddianamede, Elçi hakkında 1.5 yıldan 7.5 yıla kadar hapis cezası istendi.
Kaynak: DHA