Sugözü Mahallesi'nde oturan 36 yaşındaki Ali ve 31 yaşındaki Esma Güney çiftinin oğulları Efe, 3 yıl önce lösemi şüphesiyle Akdeniz Üniversitesi Hastanesi'ne sevk edildi. Burada yapılan tahliller sonunda Efe'ye lösemi teşhisi konuldu. Aynı hastanede tedavisine başlanan Efe Güney'e 1 yıl ağız, 1 yıl da damar yolundan olmak üzere kemoterapi uygulandı. Tedaviye cevap veren Efe Güney, 2015 yılı şubat ayında hastalığı atlattığı gerekçesiyle kemoterapi sonlandırıldı. Aradan geçen sürede durumu iyiye gittiği düşünülen Efe Güney'in, 2015 Ekim ayında Akdeniz Üniversitesi Hastanesi'ndeki kontrollerinde hastalığının tekrar ettiği tespit edildi.
ALMANYA'DAN İLİK BULUNDU
Doktorlar Efe'nin sağlığına kavuşabilmesi için ilik naklinin şart olduğunu söyledi. Bunun üzerine aile Efe'yi Antalya'da özel bir hastaneye yatırırken, ona uygun ilik bulabilmek için de araştırmalara başladı. Sağlık Bakanlığı'nın Türkiye Kök Hücre Koordinasyon Merkezi (TÜRKÖK) ve kendileri de dahil olmak üzere akrabaları ve çevresindekilerden uygun ilik arayan ailenin çabaları sonuçsuz kaldı. Yaklaşık 5 aydır hastanede tedavi gören Efe'nin ilik nakli için kısa süresi kaldığını belirten ailesinin yaklaşık 2 ay önce yaptığı çağrı karşılık buldu. Yapılan araştırma sonunda Almanya'dan Efe Güney'e uygun ilik olduğu tespit edildi.
TÜRKİYE'DEN DE 3 KİŞİ VAR
Ulusal medyada konuya ilişkin haberlerin yer almasının ardından ilik bulunduğunu anlatan baba Ali Güney, "Ölümcül evreye girmesine 1 ayımız kalmıştı. Yurtdışından ilik bulduk Allah'a şükür. Şu anda Türkiye'den de 3 kişi var. Şu anda ilacın bitmesini bekliyoruz. Yaklaşık 2 aylık ilaç kullanma sürecimiz var. Bu süreçte bazı sıkıntılar oluyor. İlacın etkilerinden dolayı Efe bayağı yıprandı. Psikolojisi etkilendi, ağzında ve vücudunda yaralar oluştu. Bunlardan dolayı da ilaçları zamanında alamıyoruz. Onun için naklimiz biraz gecikecek. Ama Allah'ın izniyle atlatacağız" diye konuştu.
'BABA BEN DIŞARI ÇIKAMAYACAK MIYIM?'Efe'nin tedavisinin çok ağır olduğunu vurgulayan Ali Güney, şöyle dedi:
"Son 2 aydır hastaneden çıkamıyor. Bana, 'Baba ben dışarı çıkamayacak mıyım? Arkadaşlarımla oynayamayacak mıyım?' diye soruyor. Biz bunu izah edemiyoruz. Haberlerin ardından duyarsız kalmayan vatandaşlar Kızılay'a giderek ilik için kan verdi. Sadece Alanya'dan yaklaşık 5 bin kişi giderek kan verdi. Tüm Türkiye'den yüzlerce telefon aldık. Bu konuda Türk milleti çok duyarlı. Bugün biz yaşıyoruz fakat yarın bir başkası da yaşayabilir. Binlerce insan ilik için kan verdi. Bu bize uymazsa elbet ilik bekleyen diğer insanlara uyacaktır. Kan verenlere, ilgilenenlere ve arayanlara çok teşekkür ediyorum. Çok destek oldular haklarını helal etsinler."
Her ne kadar 1215'te Gautler de Montbellard Kıbrıs'tan getirdiği kuvvetlerle şehri ele geçirip Türkleri kılıçtan geçirdiyse de, Antalya 1. Keyhüsrev tarafından geri alınır. XII. yüzyıl sonlarında Selçuklu Devleti sona erince Isparta ve Antalya arasındaki topraklar Teke Aşireti'nin bir kolu olan Hamidoğulları'nın egemenliğine girer. Antalya'yı ele geçiren İlyasbeyoğlu Dündar Bey, buranın yönetimini, kardeşi Yunus Bey'e bırakır. Yunus Bey'in oğulları, Antalya'da hüküm sürdüler. Hamidoğulları'nın bu ikinci kolu Tekeoğuları adıyla anılır. Kıbrıs Kralı Pirre, 1361'de Antalya'yı ele geçirdiyse de, Tekeoğulları'ndan Mehmed Bey, 1373'de şehri geri alır. Bunun oğlu Osman Bey zamanında Antalya, Yıldırım Bayezıd, buranın yönetimini Firuz Bey'e verdi (1391). Ancak Antalya'nın Osmanlılara geçişi konusunda kaynaklara tek bir tarih göstermemektedir ( Oruç Bey ve Neşri'ye göre 1389-1392; İbni Kemal'e göre 1391).
Anadolu'da beyliklerin egemen olduğu bir dönemde, 1335-1340 tarihleri arasında Antalya'ya gelen Arap seyyah İbn Battuta Antalya’dan bahsederken şöyle der: Kent halkı, ırk ve dinlerine göre ayrı ayrı mahallelere yerleşmişler. Hıristiyan tüccarlar Mina adıyla anılan mahallede otururlar. Bu mahallenin çevresini bir sur kuşatmakta ve Cuma vakti geceleri surun kapıları kapatılmaktadır. Rumlar başka bir mahallede kendi başlarına otururlar. Onların bulundukları yer de bir surla çevrili. Yahudilerin de yine kendilerine ait, surla çevrili bir mahallesi vardır. Müslüman ahaliye gelince, bunlar asıl büyük şehirlerde yaşamaktadırlar. Burası bir Cuma mescidi ve medrese ile birçok hamamı, zengin ve tertipli büyük çarşıları ihtiva etmektedir. Şehrin çevresini, yukarıda kaydettiğimiz bütün mahalleleri de içine alan büyük bir sur kuşatır.
Ankara Savaşı'ndan sonra (1402) Teke ve Karamoğulları'nın Antalya'yı ele geçirme girişimleri boşa çıktı. Antalya, Anadolu eyaletinin Teke Sancağı'na merkez oldu (Elmalı ile birlikte.) II. Bayezıd devri sonlarında şehzade Korkud, bu sancağın başında bulunuyordu. Babası ölünce tahta çıkan Selim'e karşı (Yavuz ) burada ayaklandı. Alanya ise Fatih döneminde 1471 yılında Gedik Ahmed Paşa tarafından alınmıştı.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Antalya'yı gezen Evliya Çelebi, üç yanı bahçelerle çevrili şehrin kale içinde dar sokaklı, 3 bin evli dört mahallesi, kale dışında ise, kuzeyde 20 Türk, 4 Rum Mahallesi bulunduğunu, çarşının surlar dışında yer aldığını, limanın 200 parça gemi alacak büyüklükte olduğunu yazar.Osmanlı Devleti'nin Abdülmecid devrinde (1847) çıkarmaya başladığı salnamelerde (bugünkü anlamıyla yıllık ) Antalya, Konya'ya bağlı olması sebebiyle " Teke Sancağı" adıyla geçmektedir. Antalya, XIX. yüzyıl sonunda Konya Vilayetinin sancağı durumundaydı.İdari bakımdan 5 kaza ve 9 nahiyeye ayrıldı. Toplam köy sayısı 549 idi. Sancak toplam nüfusu 224 bin kişiydi. Bu nüfusun 15 binini Yörükler oluşturuyordu. Bunlar kışı ovalarda, yaz aylarının ise yayla adı verilen platolarda geçirirlerdi. Nitekim Hazine-i Evrak'ta mevcut 1840 tarihli bir belgeden Antalya Kalesi içindeki yerlere iskanları yetersiz olduğundan, sur dışında bir mahalle kurulması ve oraya bir kapı açılması ve kiliselerin onarılması hakkındaki yazıdan, buraya sürekli değişik dinlerden, değişik yerlerden insanların gelerek yerleştikleri anlaşılmaktadır. Antalya şehri, körfezin ortasında, dik bir kayalığın üzerinde kurulmuştu. ve mutasarrıflık buradaydı. Üç surla çevrili olan kentin çok heybetli bir görünüşü vardı. Bu surların alt bölümlerinde bulunan geniş çukurlar, Düden Çayı'nın sularıyla dolar ve şehir, bu su hendekleriyle korunurdu.
XIX, yüzyıl sonunda Antalya Sancağı'na eğitim ve öğretim faaliyetleri, 2 bin 600 öğrencinin devam ettiği 50 okulla sürdürülürdü. Antalya'da gerek Selçuklular, gerekse Osmanlılar döneminde merkez ve ilçelere 60'dan fazla medresenin bulunduğu bilinir. Bugün pek çoğu harap olmuş bu yapıların içinde 1250 yılında Selçuklu Veziri Karatay tarafından yaptırılan medreseyle, Elmalı'daki Osmanlılar döneminde Ömer Paşa tarafından yaptırılan medrese, sağlam olarak kalmıştır.
XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun bırakmak zorunda kaldığı topraklardan gelen göçmenlerin yerleştirildiği Antalya, sözü geçen yüzyılın ikinci yarısında Konya Vilayetine bağlanan bin sancağın (Teke) merkezi oldu.
Kurtuluş Savaşı Dönemi
Birinci Dünya Savaşı'ndan önce bu sancak, adı geçen vilayetten ayrılarak bağımsız bir sancak haline girdi. Mütareke döneminde şehir, bir aralık İtalyanların işgali altındaydı. İtalyanlar Antalya halkına, kendilerini Türk dostu olarak göstermeye çalışıyorlardı. Bu amaçla, Yunan işgali bölgesinden Antalya'ya gelen göçmenlere ve yoksul halk tabakalarına çeşitli yardımlarda bulunuyor, ayrıca yollar ve okullar açıyorlardı. Çiftçiyi ve taciri kendi tarafına çekmek isteyen İtalyanlar, gerekli kredileri vermek üzere Banco Di Roma'nın Antalya'da şubelerini açmaktan geri durmadılar. Ancak şehir çok geçmeden boşaltıldı.
9 Temmuz 1921 tarihinde İtalyanların geri çekilmesiyle Anadolu Hükümeti'ne bağlandı. Cumhuriyet'in ilanından sonra ise Antalya adı altında, il bazında bugünkü halini aldı.
Kaynak: Diyarbakır Söz