TOBB tarafından düzenlenen ''Yeni Yüzyılda Medya ve İletişim Arama Konferansı''na katılmak üzere Bolu'da bulunan Arınç, Kanaltürk Ankara Temsilcisi Faruk Mercan'ın sunduğu ''Ankara'nın Nabzı'' programında soruları yanıtladı.
Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın mezarının açılmasına ve Adli Tıp Kurumu'nun raporuna ilişkin değerlendirmelerinin sorulması üzerine Arınç, mezarın açılmasına üzüldüğünü belirterek, Köşk'teki bir insanın hiç beklenmedik bir zamanda vefatının o zaman mutlaka, tıbbi açıdan da savcılık tarafından ayrıntılı incelenmesi gerektiğini kaydetti. Arınç, ''Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde sabah sporu yaptı, sonra fenalaştı. O sıradaki müdahaleden başlayarak çok iyi bir ekibin sağlık alanında da savcılık alanında da harekete geçmiş olması gerekirdi. Mutlaka en azından klasik otopsi yapılmalıydı'' dedi.
O dönemde otopsi yapılsaydı doku ve kan örneği saklanmasına da gerek olmayacağını kaydeden Arınç, kesin ölüm nedenine yol açan unsurun birkaç gün içerisinde bulunmuş olabileceğini söyledi.
''Vücut bütünlüğünün bozulmamış olmasını ben ilahi bir takdir olarak görüyorum. Rahmetli Özal için geçmişteki iyi düşüncelerimin bugün daha da arttığını en azından halkın ona karşı duyduğu sevginin, Rabbim, ölümünden sonra bile devam ettiğini gösteriyor. Bir insanın vefatından 20 yıl geçtikten sonra hala vücut bütünlüğünün çoğu yerde muhafaza edilmiş olmasını, bize büyük zatlardan yola çıkarak anlatırlardı, ben rahmetli Özal'ın kişiliği, inancıyla, ahlakıyla, millete yaptığı hizmetlerle bir bütünleşme olduğunu düşünüyorum'' diye konuşan Arınç, bu konuda farklı düşünceler öne sürülebileceğini de ifade etti.
Anadolu'nun pek çok yerinde, bazı insanların öldükten sonra kefenlerinin bile sararmadığını söyleyenlerin çıktığını dile getiren Arınç, ''Semra Özal da 'kefeni bembeyazdı' dedi'' sözleri üzerine, ''Bu güzel bir şey. Allah herkese nasip etsin. Ben bunu iyi bir şey olarak görüyorum. Bunu metafizik olarak yorumlayan da çıkabilir ama bizim inancımızda bunun bir karşılığı var. Allah ona cennetini nasip etsin'' değerlendirmesinde bulundu.
Özal'a karşı muhalefet yapan bir partide, onu eleştirdiğini hatırlatan Bülent Arınç, Parlamento'ya girdikten sonra Özal'ın karşı karşı kaldıklarıyla kendilerine yapılanlar arasındaki benzerlikler bulduğunu ve daha sonra Özal'a hep rahmet okuduğunu anlattı.
Başbakan Yardımcısı Arınç, Özal döneminin, Türkiye'nin sivilleşmesi, demokratikleşmesi ve halka hizmet götürülmesi açısından çok önemli bir dönem olduğuna dikkati çekti.
ADLİ TIP KARARINA SAYGI DUYULMALI
Avukatlık yaptığı dönemdeki Adli Tıp Kurumu'nun yapısına değinen Arınç, kurumda farklı ihtisas grupları olduğunu, raporların olaylarla ilgili bilgi verebileceğini ancak her zaman kesin ölüm nedenini ortaya koymayabileceğini ifade etti.
Arınç, ''Her grubun verdiği raporlar o olayla ilgili olarak bizim önümüzü açar. Yüzde yüz delil olmasa bile savcının, hakimin suçu nitelendirmesinde önemli rol oynayabilir. Ben burada, verdikleri karara da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Daha ne yapılacak, ne yapılması mümkün? Savcılık şimdi bu raporu bir kenara koyacaktır, belki iddialarla ilgili başka deliller arayacaktır'' dedi.
Savcılık tarafından yeni inceleme yapılıp yapılamayacağının sorulması üzerine de Arınç, ihtisas kurulunun kararına karşı Adli Tıp Genel Kurulu'ndan bir karar istenebileceğini belirtti. Bülent Arınç, ''Merhum Turgut Özal mutlaka zehirlenmiştir' diyenler bana göre yanlış söylüyor. 'Zehirlenmemiştir' diye kesin bir hükme varanlar da doğru söylememiş olabilir. Ama bu meseleyi bir yerde kapatmak da lazım. Ona daha fazla eziyet etmemek gerekiyor. Bence Adli Tıp'ın bu raporuyla artık bu meselenin tarihe havale edilmesinin yeridir. Onun cesedini ve geride kalanlarını gördükten sonra da hepimizin dualarımızın arkasından fatihalarımızı rahmetli Özal'a göndermemiz gerekiyor'' diye konuştu.
TRT’NİN BÜTÇESİ 50 TANE EUROVİSİON İÇİN YETERLİ
TRT'nin Eurovision Şarkı Yarışması'na katılmama kararını da değerlendiren Arınç, yarışmada ciddi bir değerlendirme olmadığını, kabul edilen değerlendirme kıstaslarının değiştirildiğini vurguladı. Yarışmanın Türkiye'ye 3 milyon dolara yakın bir maliyeti olduğu bilgisini veren Arınç, bunun karşılığında hem Türkiye'nin tanıtılmasının hem de Türkiye'deki müzik kalitesinin gösterilmesinin beklendiğini ifade etti.
Arınç, ''Değerlendirme noktasında gruplaşmalar, bloklaşmalar var. Ülkelerin birbirlerine şu veya bu sebeple puan taşımaları var. Bunun da önüne geçilemiyor, eleştiriliyor ama önüne geçilemiyor'' dedi.
Ekonomik kriz nedeniyle bazı ülkelerin yarışmaya katılmayacaklarını duyurduklarını anımsatan Arınç, ''Dolayısıyla onlar katılmayacaksa aslında böyle bir yarışmanın da çok arka planda kalacağını düşünüyoruz. Bizim ekonomik açıdan bir sıkıntımız yok. TRT'nin bütçesi 50 tane Eurovision yapmak için yeterli ama amacımıza ulaşmak veya neticeden memnun kalmak düşüncesi içinde olacağız. İçeride de bir türlü bazı çevreleri tatmin edemiyoruz'' ifadesini kullandı.
Yapılan işin karşılığının alınmasının istendiğini söyleyen Arınç, önde gelen ülkelerin katılmadığı ve değerlendirme sisteminin değişmediği bir durumda ''Biz niye Eurovision'da varız'' tavrının konması gerektiğini vurguladı.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, konuyu kendisine açtığında, ''Teknik olarak siz ne düşünüyorsanız, biz ona evet ederiz'' dediğini aktaran Arınç, şöyle devam etti:
''Bugün katılmamak gerektiği bir gerçek olarak önümüze çıktı. Ama kapıyı açık bırakıyoruz, biz böyle bir yarışmada her zaman olabiliriz. Önümüzdeki süreci takip edeceğiz. Geçmişte de birkaç yıl ara verdiğimiz olmuş. Eurovision'da bizim taleplerimize uygun bazı düzenlemeler yapılırsa, değerlendirme, jüri ve diğer konular olmak üzere önümüzdeki yıllar için katılabiliriz. Başka ülkelerle bu tür Eurovision benzeri müzik yarışmalarına girmemiz mümkün olabilir. TRT'nin imkanlarıyla biz hem Türkiye'nin hem de müziğimizin tanıtımını yapmak istiyoruz.''
“SİZE ÜÇ ARKADAŞTAN BAHSEDEYİM; DURMUŞ, YAKUP, ABDULLAH
Türkiye'nin en önemli sorununun hala terör olduğunun belirtilmesi ve ''Niçin bu işi bir tam olarak sonuçlandıramıyoruz?'' sorusu üzerine Arınç, geçmişte ''Türkiye'de Kürt sorunu vardır'' diyen ancak harekete geçmeyen siyasetçilerin aksine kendilerinin sorunun çözümü yolunda adım attıklarını ifade etti.
Kürt kimliğini ve etnisite farklılığını ret ve inkar politikalarının 1980 öncesinde çok yoğun bir şekilde yaşandığını, 80 sonrasında da devam ettiğini belirten Arınç, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okuduğu dönemi anımsatarak, Türkiye'nin kayıp bir nesille karşı karşıya kaldığını, üniversite hayatında kurulan tuzakların bazılarının kaybolmasına yol açtığını ifade etti.
Anadolu'dan gelen bazı gençlerin çeşitli yöntemlerle farklı yönlere çekildiğini dile getiren Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Size üç arkadaştan bahsedeyim; üç kişi Anadolu'dan gelmişler, birisinin adı Durmuş, birisinin adı Yakup, birisinin adı Abdullah. Tapu Kadastro Meslek Lisesi'nde arkadaşlık yapıyorlar. Lise Ankara'da, Maltepe'de, Demirtepe tarafında bir yerde. Okulun karşısında da yurt var. Anadolu'dan gelen bu öğrenciler bu yurtta bir aradalar. Üçü namaz kılıyorlar, üçü de inançlı insanlar. Çok iyi arkadaşlıkları var, Maltepe Camisi'ne gidiyorlar, ders çalışıyorlar. Hepsi Anadolu'dan gelmiş, ailesinden bu eğitimi almış veya bu gelenekleri yaşatan insanlar.
Sonra yıllar geçiyor; bunlardan birisi yurt dışında tahsil yapan, Hukuk'ta okurken benim de bir yıl arkadaşlığımı yapan Durmuş Yılmaz olarak Türkiye'de Merkez Bankası Başkanı oluyor. Uşaklı Durmuş Yılmaz, o üç arkadaştan birisi. İkincisi Yakup İnce, Konya'dan yetişmiş bir mühendis, 30 yıldır Medine-i Münevvere'de mühendis olarak çalışıyor. Üçüncüsü de Abdullah, Abdullah Öcalan. Tapu Kadastro Meslek Lisesi'nin öğrenci yurdunda, birbirlerini çok seven, namazı beraber kılan, orucu beraber tutan, iftarlara, sahurlara beraber kalkan bu insanların hayatları hangi noktada kesişmiş, hangi noktada ayrılmış. Türkiye'nin son 50-100 yılını bu tablonun içinde görebilirsiniz.''
KÜRTLÜĞÜ İNKAR EDERSENİZ ÇÖZÜM OLMAZ
Hrant Dink'in eşi Rakel Dink'in, Dink'in cenazesindeki ''Bir çocuktan, bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamamız gerekiyor'' sözlerini anımsatan Arınç, şunları kaydetti:
''İşte Abdullah Öcalan da aynen öyle, belki bir karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüş, sevk edilmiş, içinde MİT'in parmağı da olabilecek şekilde, başkalarının da desteklemesi suretiyle şimdi İmralı'da, 11-12 seneden beri tecrit halinde yaşayan bir insan. Ama bir çocukluğu, bir gençliği var. Türkiye'de yaşayıp da idam sehpasına gidenlerin, Hüseyin İnanlar ile Yusuf Aslanlar ile pek çoğuyla tarihte yolu kesişmiş bir insan olarak söylüyorum, Kürtlüğü inkar ederseniz, senin dilin yoktur derseniz, var diyenlere de cezaevi yoluna gösterirseniz bu işin çözümü olmaz.
Ben bir BDP'li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Halen milletvekili bu insan ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşındaki bir genç kızken Diyarbakır Cezaevi'nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım. Çünkü Diyarbakır'dan cezaevinden çıkanların yarısından fazlası dağa gitti, yarısından fazlası da dağdakilere övgüler düzüyor. İnsanlara zulmederseniz, haksızlık, fena muamele yaparsanız bunun karşılığı sabır gösterenler de reddedenler de bunun hesabını sormaya kalkanlar da olabilir.
Biz Türkiye'de, 'Ben Kürdüm' diyen insanın rahatlıkla bunu söyleyebileceğini çünkü bu ülkede bin yıldır Kürtlerin var olduğunu, onlarla müşterek bir tarihimiz ve kaderimiz olduğunu, Cumhuriyeti birlikte kurduğumuzu söylüyoruz. Bu AK Parti'nin başarısıdır.
Kürtçe için bugün seçmeli dersleri koyduysak, bir TRT kanalını sabahtan akşama kadar verdiysek, 29 tane yerel ve bölgesel televizyona anadilinizde istediğiniz yayını yapabilirsiniz dediysek, 'Ben Kürt kimliğim var, ben hiçbir hakkımı alamadım' diyen insan yalan söyler. 'Ben şunları istiyorum' diyen herkes anayasal ve hukuki haklarını tamamen AK Parti hükümetleri döneminde almış durumdadır. Şimdi karşımızda Kürt meselesinden ziyade bir terör meselesi var, onu da inşallah çözeceğiz.''
AA
Kaynak: Diyarbakır Söz