Kumpasta Çakar devrede!

Andıç'ı imzalamayan ve “Bu ifadeler bana ait değil” dediği halde, ek ifade verdiği iddiasıyla DGM'ye çıkarıldığını belirten Sakık, Büyükanıt’ın yardımcısı gibi hareket eden Başsavcı Nihat Çakar’ın da kendisini imza atmaya zorladığını iddia etti.

Kumpasta Çakar devrede!

14 yıldan buyana Diyarbakır E Tipi Cezaevinde tutulan PKK'nın 1993'teki iki numaralı ismi olan Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık'ın Diyarbakır Söz Gazetesine gönderdiği, 28 Şubat'la ilgili çok iddialar içeren mektubun ilk bölümü kamoyunda büyük yankı uyandırırken, ikinci bölümde 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt ile O dönemin DGM Başsavcısı Nihat Çakar'ın nasıl "birbirlerinin" yardımcısı olarak çalıştıklarına vurgu yapıyor. Belgeyi imzalamadığı ve “Bu ifadeler bana ait değil” dediği halde, ek ifade verdiği iddiasıyla Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na çıkarıldığını belirten Sakık, Büyükanıt’ın yardımcısı gibi hareket eden Başsavcı Nihat Çakar’ın da kendisini imza atmaya zorladığını söyledi.

‘ÖNÜME DOSYA KOYARAK İMZALAMAMI İSTEDİLER’

Bu sorgudan bir-iki gün sonra, kamuoyunda “iyi çocuk” olarak bilinen Astsubay Ali Kaya ve yanındaki iki kişinin tutulduğu odaya geldiğini belirten Sakık, önüne bir dosya konularak imzalaması istendiğini söyledi.

Sakık, ”Önüme bir dosya koyup imzalamamı istediler. “Bunlar nedir? Gözlerimi açamadığım için okuyamıyorum, okumadan imzalamak istemiyorum” deyince, “bunlar öyle önemli şeyler değil, ifadelerinden arta kalanlar ve ek ifadelerini içeriyorlar” dedi. Gözlerim sorgu süreci boyunca sürekli olarak bağlı kaldığı için ağrıyordu, her şeyi muğlâk görüyordum. On günlük sorgu sürecindeki gibi kendilerine güvensem belgeyi hiç okumadan imza atacaktım. Ama ikinci ve üçüncü sorguda yönelttikleri sorular ve şahsıma yapılan hakaretler bunların iyi niyetli olmadıklarını, ifadelerime dayanarak birilerini yakmaya çalıştıklarını iyi anlamıştım. Önüme konulan belgeleri okumadan imza atmamaya karar kıldım. Kendimi zorlayarak belgeyi okumaya çalıştım; sadece koyu puntolarla yazılmış isimleri görebildim. Hepsi de ikinci üçüncü sorguda isimleri geçen insanlardı. Sözde bu kişiler hakkında ek ifade vermişim. Tabii ki belgeyi imzalamayı kabul etmedim: “Hayır efendim, ben on gün sorgulandım, verdiğim ifadeler belgelendi ve o ifadelerin altına imzamı attım. Ardından gittiğim Başsavcılıkta aynı ifadeleri tekrarladım. Ardından çıktığım mahkemede aynı ifadeler doğrultusunda hareket ettim. Ondan sonra da benim hiçbir zaman ek ifade verme talebim olmadı. Sonraki günlerde beni iradem dışında ifadeye çeken siz oldunuz. Orada da bu insanlar hakkında bir şey bilmediğimi, onları gıyaben tanıdığımı söyledim. Bu sözlerim için hem hücre cezası aldım hem de bir sürü hakarete uğradım. Şimdi de gelmiş, ‘bunlar senin ifadelerindir, imzala’ diyorsun...” dedi.

‘İMZALAMAZSAN SENİ GEBERTİRİM’

Yaşar Büyükanıt’ın ‘İyi çocuktur, tanırım’ dediği Ali Kaya’nın dosyayı imzalamadığı için kendisini ölümle tehdit ettiğini öne sürdü. Kaya,“İyi çocuk” önce beni ikna etmeye çalıştı, olmayınca üslubunu sertleştirerek tehdit yağdırmaya, giderek hiddetlenmeye, el-kol hareketleri yapmaya, üzerime saldırmaya başladı. Sözde arkadaşları da “sakin ol, ona biraz zaman ver” diyerek onu yatıştırmaya çalıştılar. Olmayınca tabancasını çekti, “anam avradım olsun seni geberteceğim” diyerek tabancayı ağzıma soktu, tabanca namlusu üst iki dişimi zedeledi. Yalnızdım, yalnızlığımın bilincindeydim; dolayısıyla çok güçsüzdüm, çaresizdim, bıkkındım, artık yaşam için değil bir anlamda ölüm için mücadele veriyordum. “İyi çocuk” tahrik olsun ve tetiğe bassın diye elimden geleni yaptım, sanırım sıradan biri olsaydım o küfürlere dayanamayıp tetiği çekerdi, ama beni öldürmenin sonuçlarına katlanamayacağını bilmiş olmalı ki pes etti, “imzalamasan da bunlar senin ifadelerindir, biz görevimizi yapıp yargıya intikal ettireceğiz, öyle erkeksen git Başsavcıya ben imzalamam de’ diyerek çekip gitti.

‘İMZALARSAN SENİ VE KARDEŞİNİ KURTARIRIZ’

Belgeyi imzalamadığım ve “bu ifadeler bana ait değildir” dediğim halde, ek ifade vermişim iddiasıyla beni Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na çıkardılar. Beni karşısına alan Başsavcı ajite ve tehdit dolu bir konuşma yaptıktan sonra, “ifadelerini imzalamaman hoş değil, sana bir yararı olmaz... Şimdi nöbetçi hâkime çıkacaksın, zaten her şey ortadadır, bir de mahkeme gerçeği bizzat senden öğrensin istiyoruz. İmzalamadığın ek ifadelerinde ismi geçen şahısların en azından birkaçının örgüt bağlantılarını deşifre edersen özellikle kardeşin için yararlı olur. İstenilen tarzda ifade verirsen biz de gereği neyse onu yaparız, en azından kardeşini Pişmanlık Yasası’ndan yararlandırırız. Çocuklarına kavuşması kötü mü olur? Aksi takdirde hiçbir yasadan yararlanamazsınız...” diyerek beni uyardı. Bu ifadeler benim değildir, siz de biliyorsunuz ki ben bu insanlar hakkında bir şey bilmediğimi kerelerce söyledim. Dolayısıyla mahkemede vereceğim ifadeler farklı olmaz, doğrusu neyse onu söyleyeceğim” diyerek tavrımı orada koydum. Savcı Bey’in odasından ayrılırken “tekrar düşün, yoksa senin için iyi olmaz” deyip bir daha uyardı, daha doğrusu tehdit etti.” dedi.

‘HÂKİM ANLATTIKLARIMA İKNA OLDU’

Çıkarıldığı nöbetçi mahkemede andıçlanan isimlerle ilgili kendisine baskı yapıldığını hâkime anlattığını ve hâkimin de ikna olduğunu kaydeden Sakık,”Beni nöbetçi hâkimin huzuruna çıkardılar. Huzuruna çıktığım hâkimin nispeten yumuşak ve gerçekten de hâkim gibi davranan biri olduğunu gördüğümde biraz daha cesaretlendim. Bana dayatılanları ayrıntılı bir biçimde Hâkim Bey’e anlattım. Gerçekten de ismi geçen kişileri tanımadığıma kendisi de ikna oldu. Anlatımlarım kendisine mantıklı gelmiş olmalı ki başını sallayarak beni onayladı. Ama onun da sıkıntılı olduğunu hemen fark ettim, zira o dönemin tüm hâkim ve savcıları 28 Şubatçıların emir kulları gibi hareket ediyorlardı, adil davranmak isteyen bu hâkim bile söylemlerimi biraz değiştirerek “ne şiş yansın ne kebap” kıvamına getirerek zapta geçirmek zorunda kaldı. Aksi takdirde anında ya sürgüne gidebilir ya da görevinden olabilirdi.” ifadelerini kullandı.

‘BANA AİT OLMAYAN BELGELERLE İNSANKARIN HAYATIYLA OYNANDI’

Kendisinin imzasının olmadığı sahte belgeleri sanki kendisi imzalamış gösterilerek birçok insanın hayatıyla oynandığını anlatan Sakık, o dönemdeki aktörlerin savunmasının hayret verici olduğunu söyledi.

Sakık”Ve 14 yıl sonra, bugünlerde 28 Şubat sürecinde işledikleri suçlardan dolayı hâkim karşısına çıkan eski mağrurlar, “biz kanunsuz bir iş yapmadık, altında Milli Güvenlik Konseyi ve dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzası bulunan kararları hayata geçirdik” diyerek kendilerini savunuyorlar. Başka bir deyimle “imza”ya sığınıyorlar. Bu noktada bir parça haklı sayılabilirler. Öyle ama onların da adıma düzenledikleri ve kamuoyunda “andıç” olarak bilinen iftiranamenin altında benim imzam yoktu; imzasız düzme belgeye dayanarak birçok insanı yaktılar. İşte buna ne diyeceklerini çok merak ediyorum. Ne gariptir ki 28 Şubat öncesinde iktidar gücünü ellerinde bulunduranlar ise “baskılara dayanamadığımız için o kararlara imza attık” diyerek kendilerini savunuyorlar. Kendilerine çok büyük baskıların yapıldığı kendi tecrübemden biliyorum. Ama benim yaptığım gibi onlar da bu baskıya direnebilir ve önlerine konulan belgeye imza atmaya reddedebilirlerdi. Zira ben, hem de ellerinde esir olmama, hiçbir yerden destek alamama rağmen tek başıma direndim ve imza atmamayı başardım. Belli ki benim kadar dik durmamışlar, dürüstlük en azından bu yanlışlarını itiraf etmektir. Bedel mi? Tabi ki bedeli ağır oldu; düzenlenen belgelere imza atanlar da, imza atmayı ret edenler de ağır bedel ödediler.” dedi.

‘DEMEK Kİ TEHDİTLERİ BOŞUNA DEĞİLMİŞ’

Sakık,”İntikam ve Adalet’ başlıklarını kullandığı mektubun devamında ise şunları dile getiriyor;

Ne yazık ki Komutan ve Savcı bizi boşuna tehdit etmemişlerdi, sonraki yıllarda, daha doğrusu günümüze dek, tehditlerinin gereği fazlasıyla yerine getirildi:

Talimatlarını harfiyen yerine getiren mahkeme zaten beklendiği gibi bana idam cezası verdi, ama kendiliğinden örgütten ayrılışımı ve şiddetin durması için yaptığım hizmeti göz önünde bulundurarak “iyi hal”i düzenleyen 59. Maddeyi uygulayabilirdi, aldıkları talimat gereği “iyi hal” uygulamadılar... Dosya daha Yargıtay’a ulaşmamıştı ki, dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, “dosya geldiği gibi onaylama yönünde görüş bildireceğim” açıklaması yapmıştı.

Dahası “ömrün boyunca temas kurabileceğin tek canlı fareler olacaktır” tehdidinin gereği olarak katıksız “tecrit” uyguladılar:

‘YAŞAMI DOKUNAMADIĞIM HAYVANLARLA PAYLAŞIYORUM’

15 yıldır tek başıma bir odada tutuluyorum; gerçekten yaşamı dokunamadığım birkaç kedi, kuş, fare ve karıncayla paylaşıyorum.

15 yıldır toplam 5 – 6 saat spor faaliyetlerine katılabildim.

14 yıldır cezaevinde gerçekleşen hiçbir sosyal faaliyete katılamadım.

13 yıldır bazen ağır sancılar çektiğim halde hastaneye götürülmedim.

15 yıldır siyasi ya da adli mahkûmlara tanınan hakların çoğundan yararlandırılmadım, bir-iki yıl öncesine kadar kullandığım tek hak olan mektuplarımın gidiş gelişi ise JİTEM’in insafına bağlanmıştı; onlar izin verdikleri oranda mektuplaşabildim.

‘İŞTE BÜYÜKANIT’IN İNTİKAMI’

Buna bir de örgütün ve devletin korkusundan dolayı olmayan avukat ve ziyaretçi görüşünü siz ekleyin. İdam ve tecrit! İşte, büyük intikam! Büyükanıt’ın büyük intikamı! Bu insafsızlığa bazen “güvenlik”, bazen “yönetmelik”, bazen “üst öyle istiyor” diyerek beni bu güne getirdiler. Bu uygulamanın Anayasa, yasalara ve yönetmeliklere aykırı olduğunu, bir kişiyi bir odaya sıkıştırıp orada bırakmanın insan vicdanına sığmadığını, dolayısıyla benzer bir uygulamanın günümüz Türkiye’sinde hiç kimseye dayatılmadığını söyledim, yazdım... Bu haksızlığı gidermek için yüzlerce girişimde bulundum: Ne yazık ki kimi sorumluluk almak istemediği için, kimi başka nedenlerden dolayı “tecrit”i kaldırmaya yanaşmadı. Kimi mahkemelere gitmemi, kimi eylem yapmamı, kimi dilekçeyle üst makamlara başvuruda bulunmamı önerdi.

Kaynak: Diyarbakır Söz