Karaman'ın Ermenek ilçesinin Dindebol köyünde 1937'de doğan Bolay, babası öğretmen olduğu için ilkokulu çeşitli köylerde tamamladı. Ortaokul ve liseyi Konya'da bitiren Bolay, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu.
Sivas, Ordu ve Ankara'daki okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi ile eğitim sosyolojisi öğretmeni olarak görev yapan Bolay, mezun olduğu üniversitede akademik eğitimini sürdürdü.
Atatürk, Selçuk, Hacettepe ve Gazi üniversitelerinde akademik görevlerde bulunan Bolay, emekli öğretim üyesi olarak İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde Çağdaş Türk Düşüncesi derslerine girdi.
Arapça ve Fransızca bilen Prof. Dr. Bolay, "Batı Aklına Karşı Türkiye", "Osmanlı Düşünce Dünyası" "Türkiye'de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi" ve "Kur'an'da İman" gibi birçok eser kaleme aldı.
Bolay, hayatı, ilmi çalışmaları, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin açılışı ve İslam dünyasında son dönemde sıkça tartışılan "şiddet" ve "terör" konusunda AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
SORU: "Ülkemizin zor zamanlar geçirdiği yıllarda yetiştiniz, Türkiye'nin farklı dönemlerine şahitlik ettiniz. Yaşadığınız çeşitli zorluklara rağmen ilim ve bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "İlkokul öğretmeni Mustafa Bolay'ın oğluyum. Babam hem Birinci Dünya Harbi gazisi hem de İstiklal Harbi gazisidir. Babam 42 sene öğretmenlik yaptı. Benim de ilkokul öğretmenimdi. Bizi de iyi yetiştirdi. Kur'an-ı Kerim'i okumayı öğretti.
Babam, bana bir defa Müslüman'ın bilmesi lazım gelen temel bilgilerin hepsini öğretti. Eski harflerle yazılı ilmihal kitapları vardı, onları bizzat kendisi okuttu. 8-9 yaşımdayken Osmanlıca kitapları okuyabiliyordum. Öğrettiklerini ne kadar öğrenebildiğimi anlamak için devamlı kontrol ediyordu. Okuttuğu kitaplar arasında Dürr-i Sencide, Mızraklı İlmihal gibi ilmihal kitapları vardı. Sonra ben lise fen şubesini bitirince gözüm teknik üniversitedeydi. O zaman Türkiye'de 3 üniversite vardı. İstanbul, Ankara ve İstanbul Teknik üniversiteleri ile 1-2 de yüksekokul vardı. Teknik üniversitenin imtihanına girdim, kazanamadım. Bunun üzerine 'Nereye gideyim' falan derken babam, 'İlahiyat fakültesine git.' dedi. İlahiyat fakültesine kaydoldum, öylece bu fakültede okudum. Aslında okul zaten hukuk fakültesiyle bitişikti. Hukuk fakültesine gitmeyi de düşündüm. Hukuk fakültesindeki hocaların birçoğunun dersine girdim ancak ders işlenişini, konu anlatımını beğenmedim.
Bana hukuk fakültesi sıcak gelmedi, ilahiyat fakültesinde kaldım. İlahiyat fakültesi de zaten kurulalı 6 sene olmuştu. Fakülte, mezunlarını yeni vermişti. Hocalarının birçoğu dışarıdan geliyordu. Prof. Dr. Muhammed B. Tavit Et-Tanci, fakültenin açıldığı ilk yıllarda yoktu, sonradan geldi."
- "Türk ve Osmanlı düşüncesinde en büyük ufku açan, rehber olan Hilmi Ziya Ülken'dir"
SORU: "Ankara'da hangi hocaları tanıdınız ve kimlerden eğitim aldınız?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "İlahiyat fakültesine başladığımda Neşe Çağatay, Suut Kemal Yetkin vardı. Yetkin, biliyorsunuz estetikçi, o dönem dekandı, sonra rektör oldu. Hilmi Ziya Ülken, benim üzerimdeki en etkili kişiydi. Hilmi Ziya Ülken'in dersleri dolu dolu olduğu için çok tatmin ediciydi çünkü Hilmi Ziya Ülken, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca biliyordu. İspanyolcası var mıydı bilmiyorum ama o dilden de anlıyordu çünkü İtalyanca ve İspanyolca dillerinin temelleri Latince olduğu için Fransızca'ya çok yakın. Hilmi Ziya Bey çok dil biliyor ve çok kitap okuyordu. Rivayete göre, Hilmi Ziya Bey İstanbul Darülfünun'a 1920'li yıllarda daha yeni asistan girdiği sırada sabaha kadar kitap okumak için kovaya su doldurup ayağını ıslatırmış.
Hilmi Ziya Bey, Türkiye'de kıymeti çok bilinmesi lazım gelen bir düşünürdür çünkü Türkiye'de bence Türk ve Osmanlı düşüncesinde en büyük ufku açan, rehber olan Hilmi Ziya Ülken'dir. Ölünceye kadar da yazmaktan, konuşmaktan, araştırmaktan vazgeçmemiştir. Allah rahmet eylesin. Hilmi Ziya Bey, beni eğitim hayatımda yönlendiren kimsedir.
Muhammed Hamidullah da İslam Hukuku dersi verdi. Çok alim bir adamdı. '14 dil bilir.' diyorlardı. Yani Batı dillerinin hepsini bildiği gibi Hint dillerini, Doğu dillerini de bilirdi. Kendisi Hint asıllı zaten. Fevkalade mütevazı bir insan. Birçok kez Muhammed Hamidullah'ın da yer aldığı yemekte bulundum, fazla yemek yemezdi. O zayıf vücuduyla o çalışmayı nasıl yapıyor hayret ederdim. Demek ki kuvvetli bir irade var. Bizler o kadar yiyoruz, yemediğimiz zaman da öleceğimizi zannediyoruz ama Muhammed Hamidullah'ta bu arzuların hiçbirisi yoktu. Muhammed Hamidullah, söylediklerinden, konuştuklarından ve okuduğum kitaplarından anladığım kadarıyla ele aldığı mevzuyu derinliğine, dört başı mamur olarak araştıran, eksik bırakmamaya çalışan bir insandı.
Ufku çok genişti. Şarkı ve garbı kucaklamış bir insandı. Allah rahmet eylesin. Batı dünyası da ona hayrandı. Batı dünyasında da çok büyük tesiri vardı. Fransa'da itibarı çok yüksekti. Fransa'da bir apartmanın 4'üncü katında küçücük bir odada kalıyordu. Paris'e gittiğimde Muhammed Hamidullah'ı ziyaret ettim, elini öptüm. Yanımızda bir arkadaş daha vardı. O mütevazı hayatı öyle devam ettirdi, öyle de vefat etti."
- "İslam medeniyetinin kurucu merkezlerindeki ortak anlayış, İslami ilimlerin, İslam düşüncesinin, İslami tefekkürün geliştirilmesidir"
SORU: "Endülüs İslam medeniyetinden başlayarak Zeytune, Karaviyyin, el-Ezher, Bağdat, Nizamülmülk, Osmanlı İstanbul medreseleri gibi İslam medeniyetinin kurucu merkezleri var. Bu merkezlerin din anlayışındaki temel zemin ve ortak noktaları nelerdir?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "Emeviler, Abbasiler devrinden itibaren Bağdat'ta veya Türkistan'da kurulan medreselerden başlayarak bütün bu merkezlerdeki ortak anlayış İslami ilimlerin, İslam düşüncesinin, İslami tefekkürün geliştirilmesi, İslam'ın ilmi cepheye ve tefekkür cephesine verdiği önemin ortaya konulmasıdır. Aynı zamanda o dönemde Eski Yunan, Mısır'dan gelme din aleyhtarı, her türlü inanca karşı olan birtakım akımlar ve bunların sebep olduğu birtakım kuruluşlar var. Bu kuruluşlar da ideolojik faaliyetler gösterip kamuoyunu etkisi altına alıyorlar çünkü bir kısmı siyasete yanaşıp desteğini almaya çalışıyordu. Bir kısmının başka imkanları vardı. Dolayısıyla bunlara karşı bir mücadele etme ihtiyacı duyuldu. Bu mücadelenin siyasi bir mücadele değil, ilmi, fikri bir mücadele olması lazım. Siz onların tezlerine karşı ilmi ve dini delilleri getireceksiniz, fikirleri ortaya koyacaksınız ki sizin karşınızda zayıfladıklarını anlayacaklar veya tutunamayacak hale gelecekler.
Bu kurucu merkezlerdeki temel zemin noktalarından birini tabii ki ehlisünnet akaidi oluşturuyordu ama ehlisünnet akaidinde de farklılıklar vardı. Mesela Eşarilik, Maturidilik, Hanefilik, ehlisünnet akaidinden olmasına rağmen farklılıklar devam ediyordu. Bu farklılıklar bazen büyüdü, bazen azaldı, bazen de birbirlerine yaklaştı ama temelde hepsinin hedefi hem ilmi düşünceyi hem İslami düşünceyi geliştirmek hem de İslam'ın müdafaasını yapmaktı çünkü burada İslam'a hücumlar çok değişik kanallardan geliyordu. Sadece siyasi, sadece ideolojik kanallardan değil…"
SORU: "Osmanlı medreselerinde mantık ve felsefeye yaklaşım nasıldı?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "Benim bildiğim kadarıyla Osmanlı medreselerinde mantık ve felsefe kuvvetliydi, mantık bilhassa kuvvetliydi. Her devirde çeşitli mantık kitapları yazılmıştı. Risaleler çoktur. Batı'da olduğu gibi doğrudan doğruya felsefeyle ilgili eserler o kadar çok değil ama mesela bir Molla Fenari'nin veya ona benzer kimselerin eserlerini tetkik ettiğiniz zaman Batı'daki filozoflardan geri kalır hiçbir tarafı yoktur. Molla Fenari'nin bilgi teorisiyle ilgili 600-700 sayfalık bir doktora tezi hazırlanmış, bana incelemem için verdiler. Bizim onlardan geri kalır tarafımız yok, yüksek tarafımız da var. Bunların ortaya çıkarılması gerekir. Bizim ilahiyatçılarımızın Osmanlı düşüncesine daha fazla değer vermeleri, daha fazla araştırma yapmaları lazım. Bu da tabii dediğim gibi mukayeseye ihtiyaç gösterir. Siz mukayeseyle ortaya koyacaksınız ki onun değeri ortaya çıksın ve yeni yetişenlere zemin hazırlasın, ufuk açsın. Bu, bir taraftan yapılıyor ama daha çok yapılması lazım. Yeni nesiller bunu daha da geliştirecektir."
- "Gazali'nin felsefeyle İslam'ı barıştırması, Osmanlıya felsefe ilminde bir yol açtı"
SORU: "İmam Gazali'nin felsefeye yaklaşımı nasıldı? Birtakım ilahiyatçıların iddia ettiği gibi Gazali, felsefe düşmanlığı yapmış mıdır?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "Gazali, felsefeye düşman değil bence. Felsefenin yanlış kullanılışına, ideoloji olarak kullanılmasına karşıdır. Bu durumu 'Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Mukayesesi' eserinde de ortaya koymaya çalıştım. Gazali, felsefecilerin ele aldığı her problemi ayrı ayrı ele alıyor, inceliyor, araştırıyor ve kendi görüşlerini ifade ediyor ama ötekileri reddeden bir anlayış değil.
Gazali, bence felsefeyle İslam'ın barıştırılmasında büyük rol oynadı. Tabii bu, sonraları ne kadar devam ettirildi, o da ayrı bir mesele. Gazali'nin felsefeyle İslam'ı barıştırması, Osmanlı'ya felsefe ilminde bir yol açtı.
Gazali, felsefenin ateizme ve İslam düşmanlığına götürülmesini veya o alanda kullanılmasını önlemeye çalışmıştır ama felsefeyi inkar ederek değil, felsefi düşünceyi geliştirerek, ona katkı sağlayarak, onu İslami bir zemine oturtmak suretiyle bunu yapmaya çalışmıştır. Endülüs'te de bu meselelerle uğraşılmış ama hatırladığım kadarıyla Osmanlı'da 3 'Tehafütü'l Felasife' kitabı var. Hepsi birbirinden farklı. Bu eserler yayımlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığında 1000 Temel Eser Komisyonu Başkanı'yken 'Tehafütü'l-Felasife' eserleri Türkçeye tercüme edildiği zaman o eserleri ben yayımlattım."
SORU: "İslam dünyasında özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde ortaya çıkan tek doğrucu ve tekfirci zararlı akımlar, diğer İslam ülkelerinde hızla yayılmışken Türkiye'de kitleselleşemedi. Diğer Müslüman ülkelerin çoğunda yaygınlaşan bu akımların Türkiye'de o çapta yaygınlaşamamasını neye bağlıyorsunuz?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "Türkiye'de tek doğrucu ve tekfirci zararlı akımların yaygınlaşamamasının birinci sebebi, Türk milletinin İslami itikadının kuvvetli olmasıdır. İkincisi, bu itikadı besleyen kuvvetlendirici düşünce hayatının gelişmiş olmasıdır. Üçüncüsü, bu anlayışın (tek doğrucu ve tekfirci zararlı akımlar) değişik yerler, zamanlar ve zeminlerde tenkit edilerek tesirinin azaltılması veya tesirsiz hale getirilmesidir. Dolayısıyla itikat kökte sağlam. Ben 1946'dan bugüne kadar yaşananları hatırlıyorum. Fakültede veya fakülte dışında tek doğrucu ve tekfirci zararlı akımların yaygınlaşmamasını sağlayacak zeminler oluşmuştu.
Bu zeminler bir taraftan da oluşmakta ve gelişmekteydi. Bir yandan da ilahiyat fakültesi sayısı çoğaldı. Yanlış bilmiyorsam bugün 200'den fazla ilahiyat fakültesi var. İmam hatip okulları 1950'de açıldı. İmam hatip okullarının açılması büyük bir inkılaptır çünkü 1950'den önce hatta 1950'lerde ortaokulda, lisede din dersleri yoktu. 1948 veya 1949'da yanılmıyorsam Şemsettin Günaltay, başbakan olunca Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini açtı. Ben de 1956'da fakültede eğitime başladım. Fakülte kuruluş safhasında hocalarının birçoğu farklı fakültelerden geliyordu. Bu süreç Türkiye'de itikadın kuvvetlenmesine vesile oldu.
Ayrıca, 1959'da yüksek İslam enstitüleri açıldı. 1958'de imam hatip okulları ilk mezunlarını verdi. Onların gidecekleri bir yüksekokul yoktu. Bunun üzerine 1959'da o zamanın Milli Eğitim Bakanı (Tevfik İleri), İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü açtı. İmam hatip okullarından mezun olanlar, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne gitti. Tabii arkasından ikinci, üçüncü, dördüncü yüksek İslam enstitüsü açıldı. Dolayısıyla yüksek İslam enstitülerinin hazırladığı bir zemin var. Daha doğrusu mevcut zemini takviye etti, kuvvetlendirdi çünkü çok adam yetişti. İmam hatip okullarının açılışı, Türkiye'de bir bayram havası yarattı çünkü milletin çok ihtiyacı vardı. Ben hatırlıyorum, cenazesini kaldıramayan, cenaze namazını kılmasını bilmeyen, cenaze namazı kılamayan insanlar vardı. O yüzden adı geçen kuruluşlara dört elle sarıldılar, bu gibi icraatları desteklediler. Bu durum bu icraatların tabii yaygınlaşmasına sebep oldu. Dolayısıyla bu zeminde itikat da kuvvetlendi. Adı geçen kuruluşlar, birbirini halen karşılıklı olarak destekleyerek devam ediyor."
- "Batı dünyasının hedefi İslami inancı sarsmak"
SORU: "Osmanlının çöküşü ve İslam dünyasının merkezini kaybedişiyle birlikte coğrafyamızın farklı bölgelerinde emperyalizme karşı direniş, bağımsızlık mücadeleleri, işgale karşı hareketler gelişti. Bugün ise birçok yerde başı sonu hesap edilmemiş sözde cihat fetvalarıyla Müslümanları kaosa, teröre ve şiddet sarmalına sürükleyen DEAŞ benzeri terör akımları ve bölücü gruplar var. Siz bu ve tahrip edici yapıları nasıl değerlendiriyorsunuz?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "İslam dünyasındaki bu ve benzeri terör akımları ve bölücü grupların hemen hemen birçoğu Batı dünyasındaki birtakım kuruluşlar tarafından kuruluyor. Mesela El Kaide, emperyalist istihbarat örgütleri tarafından kurulmuş ve bölge ülkelerini terörize ederek kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için kullanılmıştır. DEAŞ, bu tür örgütlerin günümüze uyarlanmış türevidir.
Gerek DEAŞ gerek Boko Haram ve benzeri örgütlerin savundukları fikir ve gerçekleştirdiği eylemlerin hakiki İslam ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur ve olamaz. Temeli Batı tarafından atılmasa bile aşırı uçtaki bazı fikirler, itikadi farklılıklar terör eylemine dönüşecek şekilde maddi olarak desteklenmekte, yönlendirilmekte ve beslenmektedir. Niçin? Farklılık meydana gelsin, birbirleriyle husumet ve çatışma ortaya çıksın ve huzursuz olsunlar diye çaba gösteriyorlar. Batı dünyasının Haçlı zihniyeti devam etmektedir ve ana hedefi İslami inancı sarsmaktır. Hepsinin hedefi budur zaten. Dolayısıyla bu duruma Müslümanlar da alet oluyorlar. Din adına 'Müslümanlar' İslam dışı hareket ediyorlar, diğer insanların kanına ve canına kastediyorlar."
- "İslam'ın doğru anlatılması için el birliği, iş birliği ve gönül birliği lazım"
SORU: "Alemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Muhammed'in dininin bugün terörle yan yana anılıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? İslam, terör, tedhiş ve tekfir hareketlerini caiz görür mü? İslam'ın tüm insanlığın hidayetini hedefleyen bir din olduğunu, Hazreti Muhammed'in alemlere rahmet olarak gönderildiğini dünyaya nasıl anlatırız?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "İslam tarihinde tekfir hareketleri var ama İslam'a yakışır şeyler değil bunlar. Biz, Hazreti Peygamber'den uzaklaşıyoruz. Onu iyi anlayamıyoruz veya anlamak istemiyoruz. Onu iyi anlayabilsek, iyi anlatabilsek, bunların (terör, tedhiş ve tekfir hareketleri) birçoğu olmaz herhalde ama değişen şartlar, dünya siyasetinin dalgalı olması, ağır dalgalı hareketlerin olması bunları da etkiliyor ve birtakım insanlar da bunlara kendisini kaptırıyor. Dolayısıyla İslam'a uymayan, İslam'a aykırı, zıt olan boyutlar kazanıyorlar.
İslam'ın tüm insanlığın hidayetini hedefleyen bir din olduğunu, Hazreti Muhammed'in alemlere rahmet olarak gönderildiğini dünyaya anlatmak için sadece düşünce hayatı yetmez. Birtakım kuruluşların iş birliği yaparak İslamiyet'i hem yaşamaları hem de İslamiyet'in yaşatılması için gayret göstermeleri lazım. İslam'ın doğru anlatılması lazım. Doğru anlatılması için gayret sarf edilmesi lazım. Bu durum kendi haline bırakılırsa herkes bir tarafa çekiyor, oradan da başa çıkılmıyor zaten. Dolayısıyla burada el birliği, iş birliği ve gönül birliği lazım."
SORU: "15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ'ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiği zararlar nelerdir?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "Tabii FETÖ maalesef büyük bir olay. Bu örgütün 4-5 senedir esrarı doğru dürüst çözülemedi. Geçen gün televizyonda FETÖ'nün teşkilatlanma şemasını gösteriyorlardı. Akla durgunluk verecek şekilde. Benim şahsi kanaatim Fetullah Gülen gibi bir adam bunu yapamaz. Fetullahçı Terör Örgütü bir işgal ordusu gibidir. İslami duyguları, inançları istismar etmek suretiyle Türkiye'yi ve Türk dünyasını ele geçirme hareketi olarak görüyorum.
Televizyondaki belgeselde FETÖ'nün teşkilatlanmasını gördüm. Bu teşkilatlanmayı 100 Fetullah Gülen olsa yapamaz. Onun arkasında başka güçler var. Diyelim ki Amerika veya ona benzer birtakım güçler var, onlar yapıyorlar. FETÖ, Türkiye'yi işgal planıydı. Duyguları istismar ettiler. İnsanımızın, gençlerimizin İslam'a bağlılığını istismar ettiler, halen ediyorlar da. Bir adam her gün gelip, 'Bana Peygamberimiz geldi, bana şu emri verdi.' diyorsa bu sözü bir gözden geçirmek lazım. Peygamberimiz, ulu orta herkese gelip de 'Ben senin rüyana geliyorum, şunu şöyle yap demez.' Bizim insanlarımıza da okulda da doğru dürüst bilgi verilmiyor. Din dersi okutuluyor ama demek ki yeterli, makul bilgi verilmiyor. Çocuklara şunu öğretmeliyiz: Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam, Muaviye'nin rüyasına girip de 'Sakın ha damadımla oynama.' diyemez miydi? Demedi. Peki, damadı gibi Hazreti Peygamber'den sonra ileri gelen bir kişi için söylemediyse Fetullah Gülen için mi söyleyecek bunu? Veya Yezid'in rüyasına girip de 'Sakın ha torunlarımla uğraşma. Hasan ve Hüseyin ile uğraşma. Onlara zarar verme diyemez miydi?' Derdi ama demedi. Niye? Allah'ın takdiri öyle.
Hazreti Peygamber'in bir insanın rüyasına girip talimat veremeyeceği gibi bir basit bilgiyi, bu muhakemeyi çocuklarımıza aşılamamız lazım. Bunu aşılamazsak bu durumu önleyemeyiz, önleyemediğimiz gibi buna (FETÖ) benzer insanlar çıkar, istismar ederler. İstismarı önlemenin yolu budur çünkü sağlam bilgi vereceksin, sağlam muhakeme vereceksin. Öyle çok bilgiye de ihtiyaç yok. Peygamberimiz kime görünür, kime görünmez? İstediğine görünür, istediğine görünmez ama bir adama da her gün görünüp de 'Şunu şöyle yap, bunu böyle yap.' demez. Deseydi Muaviye'ye, oğlu Yezid'e derdi."
- "Ayasofya'nın bir dirilişe vesile olacağına inanıyorum"
SORU: "Danıştay kararı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin yeniden ibadete açılmasına ilişkin değerlendirmeleriniz nedir?"
SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY: "Bir defa Sultan Fatih Hazretleri'nin vakfiyesine sahip çıkılmış oldu. Ona hürmet gösterilmiş olundu. Tarihe bağlılığımız ortaya çıktı çünkü Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri İstanbul'u fethetmeseydi ne Anadolu ne Türk milleti ne de Osmanlı olurdu. Bunun kıymetini bilmek lazım. Onun için de bu işlerle oynamamak lazım. Yani tarihi kıymetlere hürmet göstermemiz lazım. Bu hürmetimiz eksik bizim maalesef. Bunu kuvvetlendirmemiz lazım. Çocuklarımıza, insanlarımıza tarih şuuru vermemiz lazım.
Fatih'in mirasına sahip çıkıldığı için bu, büyük bir muvaffakiyet. Bir de Batılılara ne oluyor! Ayasofya Camisi'nin yeniden ibadete açılmasına Yunanistan, Almanya, Amerika karışıyor, hepsi rahatsız oluyorlar. Demek ki Ayasofya'nın ibadete açılması, onları rahatsız ediyorsa bizim onları daha çok rahatsız etmemiz lazım. Balkanlar'da, Macaristan da dahil bir tane cami ve kültürel miras bırakıldı mı? Orta Asya'da bile camilerin ve kültürel varlıkların kökünü kazıdılar. Onlara kimse bir şey demiyor. Biz hala 'Kiliseleri koruyacağız.' diyoruz. Koruyalım tabii ki. Onlara inat gidip kiliselere zarar verecek halimiz yok çünkü dinimiz buna müsaade etmiyor ama bu durumun kıymetini de bilmiyorlar, yerli Hristiyanlar da ekseriyetle bilmiyor.
Ayasofya'nın bir dirilişe vesile olacağına inanıyorum çünkü Batı'daki kuvvetli muhalefete karşı biz bunu yapabildik. 'Yapamazsınız' diyorlardı. Biz demek ki onların zannettiklerinden daha kuvvetliyiz. Bütün İslam dünyasında bunun şuurunun uyandırılması ve kuvvetlendirilmesi lazım. Mamafih bu şuur var. Şimdi sessiz sedasız Ayasofya, cami oldu ama bütün İslam dünyasından çok büyük memnuniyet sesleri, dualar yükseldi hatta Müslüman olmayan Doğulu ülkelerden de tebrik geldi çünkü bu durum Batı'nın emperyalist düşüncelerine karşı bir hareket olarak görülüyor, onlara güç, cesaret veriyor.
İslam alemi ileride Mescid-i Aksa'nın da inşallah açılacağına inanıyor ve bunu bekliyor. O bakımdan Ayasofya, bir dirilişin başlangıcı kabul ediliyor."
Kaynak: Diyarbakır Söz