Son sekiz yıldır iktidarını yeniden “konsolide etme” çabasında olan Beşşar Esed, 52 yıldır Golan tepelerini işgal eden İsrail’in bölge üzerindeki egemenliğini ABD’nin tanıma kararı karşısında, nispeten pasif kalmayı tercih ediyor. Babasından miras kalan bu tutumla bekasını garantilemeyi önceleyen Esed rejimi Golan’da statükonun sürmesini istiyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın “Golan tepelerini İsrail toprağı olarak tanıma vaktinin geldiğine” ilişkin geçen Perşembe yaptığı açıklama ve ardından gelen tanıma kararı Suriyeli muhaliflerin büyük tepkisine neden oldu.
Açıklamayı takip eden gün, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Türkmen Meclisi, muhalifleri Birleşmiş Milletler gözetimindeki müzakerelerde temsil eden Müzakere Yüksek Kurulu ve askeri muhalif grupların çatı kuruluşu Ulusal Özgürleştirme Cephesi art arda açıklamalar yaparak Golan’ın Suriye toprağı olduğunu ve Trump’ın kararının uluslararası hukuku hiçe saydığını vurguladı.
Muhaliflerden gelen tepkilerin aksine, Esed rejimi tepkisini resmi ajansı SANA’da dışişleri bakanlığından bir yetkiliye dayandırılan kınama haberiyle verdi. Rejimin günler süren sessizliğini sabah saatlerinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) toplantıya çağırarak bozduğu öğrenildi.
Pasif tavrıyla Golan tepelerini ikinci kez kaybetmeye razı olmuş izlenimi veren rejim, su kaynaklarının yanı sıra, ezeli düşmanına karşı stratejik derinlik anlamına gelen bölgeyi, bilinçli olarak tırmandırdığı bir kriz neticesinde Haziran 1967’de kaybetmişti.
- Golan meselesi: Esed devletinin inşa malzemesi
1966’da Baas Partisi içinde Hafız Esed’in öncülüğündeki radikal kanadın darbesiyle iktidara gelen Nusayri azınlık, sosyo-politik tabandan yoksunluğunu telafi etmek için, o güne kadarki Suriye yönetimleri arasındaki en İsrail karşıtı tavrı benimsedi.
23 Şubat 1966’daki Baas kongresinde Filistin sorununu yerel, bölgesel ve uluslararası politikasının temeline oturttuğunu açıklayan yeni yönetim, iki sene içinde sınır hattında gerilimi yükseltti. Rejim İsrail ordusunun (sınır hattında 1948 Arap-İsrail savaşından sonra oluşturulan) silahsızlanma bölgesine her müdahalesine orantısız güçle karşılık verdi. Yeni Baas yönetimi ülkeyi İsrail’le savaşın eşiğine getirerek iç siyasetteki bekasını garantilemek istiyordu. “Kader anı” geldiğinde rejim savaştan kaçmak için her şeyi yapsa da İsrail Suriye’ye ve müttefiklerine savaş açtı ve 6 gün içinde Sina yarımadası, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün yanı sıra Golan tepelerini işgal etti.
Bundan üç sene sonra rakiplerini saf dışı bırakarak başkanlık koltuğuna oturan Hafız Esed, Golan meselesini yeni bir Suriye devleti inşa etme hedefi için kullandı. “İşgal altındaki toprak” olgusu, Suriye devletinin konsolidasyonu için yapısal bir işlev sundu. Esed Golan’ı askeri seçenekle geri alamayacağını bilse de masaya güçlü oturabilmek için İsrail’e savaş açma hazırlıklarına başladı. Böylece hem Suriye halkının gözünde “Arapların savunucusu” imajını yerleştirecek, hem uluslararası arenada kendini partner olarak kabul ettirecekti.
1973’te Mısır’la birlikte İsrail’e karşı açtığı sürpriz savaşta yenilen Esed’in savaş ve diplomasiyi birlikte götürme taktiği netice vermiş, 1974’te İsrail’le ateşkes anlaşması imzalamıştı. Halk üzerindeki tahakkümünü pekiştirme fırsatını yakalayan Esed, böylece kendisini bölgesel bir güç ve İsrail’e karşı Arap dünyasının yeni lideri olarak konumlandırmış bulunuyordu.
İlerleyen senelerde bölgedeki işler istediği gibi gitmeyen Esed, Mısır’ın İsrail’le barışarak denklemden çekilmesini, 1979’da İslam devrimi yaşayan İran ile girdiği uzun savaştan çıkan Irak’ın Suriye’yi tecrit etme çabasını, 1987’deki İntifada’da yıldızı parlayan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Arafat’ın imajını zedelemesini, ABD’nin Soğuk Savaş’tan yeni dünya düzeninin lideri olarak çıkışını, yine aynı stratejiyle “Golan’ı konuşurken aynı zamanda savaşarak” nötrleştirmeyi denedi.
Bir yandan İran ile ittifakına sarılarak Hizbullah vasıtasıyla İsrail’e karşı vekalet savaşına destek veren Esed, diğer yandan müzakere seçeneğini hep açık tuttu. Hafız Esed 1991’de Madrid’de müzakere masasına oturmaya karar verdi.
- Müzakere masasında hedef değil, yalnızca bir koz
1990’lar boyunca sürecek görüşmelerin ana konusu Golan tepelerinin akıbetiydi. Rejim “barış için toprak” prensibini savunurken, İzak Rabin dışındaki İsrail başbakanları “barış için barışı” destekledi. İki taraf arasında birçok formül müzakere edilse de Esed aslında barış değil, yalnızca bir “savaşmama akdi” öneriyordu.
Hafız Esed’in 1993’te dönemin İsrail başbakanına nispetle “Rabin depoziti” olarak anılacak Golan’dan aşamalı biçimde tümüyle çekilme karşılığında ilişkilerde de aşamalı normalleşme önerisini reddetmesi, Golan’ı geri almayı hiç bir zaman gerçekten istemediği yorumlarına neden oldu. İki ülkenin “barışın eşiğinden dönmesiyle”, Esed’in Golan’daki İsrail işgalini, uluslararası arenada kabul görme, denkleme dâhil olma hedefleri için kullandığı ortaya çıkmıştı.
Zira Hafız Esed için öncelik Golan’ı geri almak değil, iç politikadaki meşruiyetini ve Suriye’nin bölgesel aktör olarak gücünü korumaktı. Esed’in İran ittifakını, Lübnan’daki hegemonyasını ve Filistin davasındaki liderlik statüsünü muhafaza etme isteği, işgal altındaki toprağını kurtarmanın önüne geçmişti. Hafız Esed, İsrail’le mücadelesinden elde ettiği bölgesel liderlik imajını, barış ve toprak bütünlüğüne tercih etmişti.
Esed rejimine göre, İsrail’le süregelen çıkmaz Suriye’nin uluslararası topluma kabul edilmemesinin baş sebebiydi. Yani uluslararası toplum, rejimi Golan’ı kurtarma çabası nedeniyle dışlıyordu. Bu nedenle rejim müzakerelerde uzlaşmaz ve samimiyetsiz bir partner olmama hakkını da saklı tutuyordu.
- Beşşar’ın acemilik yıllarındaki en kıymetli “mirası”
Babasının 2000 yılındaki ölümüyle “tahta” geçen Beşşar Esed babasının kaldığı yerden devam etti. Bir yandan aslında saldırmazlık paktı niteliğinde bir barış önererek müzakere masasına oturmaya hazır olduğu mesajı verirken, Hizbullah’la ilişkilerini de miras aldığı gibi sürdürdü.
İsrail 1974’ten bu yana Golan’ı sessiz tutan ateşkes anlaşmasını ihlal ederek, Ekim 2003’te Şam yakınlarında İslami Cihad hareketine ait bir eğitim kampını vurdu. Babasının aksine kendi çabasıyla başkanlık koltuğuna oturmamış, onunkine kıyasla çok daha az halk desteğine sahip olan Beşşar Esed, İsrail’i Golan’daki yasadışı yerleşimlerini vurmakla tehdit etti.
Alışılmış biçimde aynı dönemde, Aralık 2003’te bir röportajda İsrail’le ilişkileri normalleştirmeye hazır oldukları mesajını veren Beşşar Esed’in çağrısı ABD ve İsrail tarafından samimi bulunmadı. Beşşar bu kez o dönem Türkiye’yle gelişen ilişkileri kullanarak uluslararası arenada tutunmayı denedi. 2008’de rejim ve İsrail, Türkiye’nin kolaylaştırıcılığında dört kez dolaylı görüşmeler gerçekleştirdi.
İsrail çok iyi tanıdığı düşmanının “konuşarak savaşmak” taktiğini artık fark ettiğini göstererek, Golan’dan tümüyle geri çekilme karşılığında, normalleşme ve barışa ek olarak İran, Hizbullah ve Hamas’la bağlarını koparmasını istedi. Esed rejiminin bu şartları kabul etmemesi ve İsrail’de gerçekleşen hükümet değişikliği gizli müzakerelerin 30 Temmuz 2008’de sona ermesine neden oldu.
Asıl hedefi Golan’ı geri almak olmayan Esed rejimi, “işgal altındaki toprak” kartını kullanarak bir kez daha dış politikada kazanç elde etmişti. Müzakereler rejimi Türkiye üzerinden Avrupa’ya kadar taşımış, Temmuz 2008’de Beşşar Esed Paris’te Akdeniz Birliği’nin açılışına katılmıştı. Golan’daki statükodan son derece memnun olan rejim, bir kez daha “sonuç” yerine “sürecin” sağladığı geçici kazanımlara razı olmuştu.
- Güçlü düşmanla karşı karşıya gelmemek için statükonun devamı
Fakat Beşşar’ın şansı gelecek yıllarda o kadar yaver gitmedi. 2009’da gündem Gazze olmuş, İsrail’de barış yanlısı olmayan Netanyahu hükümeti başa gelmişti. İki sene sonra başlayacak ayaklanmada halk rejimin “dış tehdit” ve “işgal altındaki toprak” oyalamasını artık kabul etmeyeceğini gösterecekti.
31 Ocak 2011’de Wall Street Journal’a verdiği röportajda Beşşar Esed İsrail ve ABD karşıtlığının halk nezdindeki popülaritesine güvenerek “Suriye Mısır ya da Tunus değil” ifadesini kullanmıştı. Fakat ilerleyen aylarda, yarım asırdır tek partiyle yönetilen, işsizlik, yolsuzluk ve baskıdan bıkan Suriyeliler gösterilerini ülke geneline taşımış, ordu da gösterileri şiddetle bastırmaya başlayarak gidişatın iç savaşa evrilmesine yol açmıştı.
Bu süreçte rejimin önceliği şüphesiz kendi bekasını sağlamak olurken, Golan’da süregelen durum her zamankinden daha çok işine yaradı. Son 8 yıldır İsrail’le karşı karşıya gelmek istemeyen rejim, Golan’la ilgili pasif tutum takınarak, statükonun devamını sağlamak için, İsrail’le bir nevi soğuk savaşı muhafaza etmeyi tercih etti.
İsrail Suriye’nin güneyindeki Hizbullah hedeflerine zaman zaman “sessiz” saldırılar düzenlerken, rejim hemen akabinde saldırıları duyurup, İsrail’in ülkesinin “istikrarına” yönelttiği tehdidi canlı tutmayı hedefledi. Söylemde İsrail’i krizin içine çekmeye çalışan rejim, eylemde ise hiçbir yolla karşılık vermedi.
Hem baba hem de oğul Esed yerel tehditleri saf dışı bırakıp bölgedeki liderliklerini ispatladıklarına emin olduktan sonra da Golan’ı geri almak için ciddi bir çaba içine girmedi. Her ikisi de “dış düşman” kozunu canlı tutmak için, barış görüşmelerinde İsrail’e normal değil, yalnızca “rutin” ilişkiler önerdi. Neticede Esed rejiminin iki lideri de yerel ve bölgesel jeopolitikte rüştünü ispatlamayı, Golan tepelerini İsrail işgalinden kurtarmaya tercih etti.
Rejimin halihazırdaki sessizliği bu stratejinin bir yansıması. Diğer yandan, ülkenin aslında son beş yıldır Şam’dan değil Tahran’dan yönetiliyor olmasının da bu tutumda etkili olduğu görülüyor. İç savaştan galip çıkacak olsa da Tahran’a bağımlı hale gelen ve ülkesinin üçte biri ABD destekli terör örgütü YPG/PKK tarafından işgal edilmiş bulunan Esed rejimi yerel, bölgesel ve uluslararası konjonktürün bu denli aleyhinde olduğu bir zamanda, Trump’ın kararının yansımalarını saha kenarından izlemeyi seçiyor.
“Ezeli düşman belli ama savaşa gerek yok” düşüncesindeki Esed rejimi, “evdeki” durumu sakinleştirdikten sonra Golan’ı “bir gün” geri alma ve barış müzakerelerine oturma seçeneğini açık tutuyor.
Kaynak: Diyarbakır Söz