İfade özgürlüğüne Güneydoğu bakışı

Güneydoğu'daki tüm kesimler ifade özgürlüğünün olmasını isterken, “başkalarının değer yargılarını, inançlarını ve düşüncelerini rencide edecek boyutta” bir ifade özgürlüğüne destek vermedi.

İfade özgürlüğüne Güneydoğu bakışı

“Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı”nın desteğiyle Güneydoğu’da farklı din ve etnik kimlikler ile siyasi görüşlere sahip kişiler, sivil toplum örgütleri, gazeteciler, sosyologlar ve hukukçularla yapılan söyleşiyle gerçekleştirilen araştırma, bölgenin ifade özgürlüğüne bakışını çarpıcı tespitlerle ortaya koydu. Söyleşiye dayalı araştırmada, neredeyse tüm kesimler ifadenin özgür olmasını isterken, “başkalarının değer yargılarını, inançlarını ve düşüncelerini rencide edecek boyutta” bir ifade özgürlüğüne destek vermedi. Söyleşiye katılanlardan kim nasıl ifade özgürlüğüne aktı?

Sosyolag Erkan, "ifade özgürlüğü kullanılırken, nefret suçu oluşturulmamalı"

İlahiyatçı Turgay, "Kutsal kitaplarda ifade özğürlüğünün önemli bir yeri var?"

HÜDA-PAR'lı Tanrıkulu, "Sınırsız ifade özgürlüğü kavramını aracı kılarak dinlere ve kutsallara karşı verilecek bir savaşa karşıyız."

Akbacı, "kışkırtıcı yaklaşımlar ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmemeli"

HDP’li Ömer Önen, "fikir özgürlüğü her fikrin tartışılması anlamına gelmesiyle mümkün olabilir?"

DDKD Taşçıer, "ifade özgürlüğü insanlara ekmek ve su kadar lazım"

Papaz Akyüz, "İnsanlar özgürlüğü suistimal etmemeli."

Katolik Uğurgel, "ifade özgürlüğünün bir yere kadar sınırı var?'

Güneydoğu’da ilahiyatçı, papaz, farklı etnik kimlik ve siyasi görüşlere sahip kişiler ile sivil toplum örgütleri temsilcileri, hukukçular, sosyologlar ve gazetecilerle görüşülerek yaptığımız kapsamlı röportaj, bölgenin ifade özgürlüğüne bakışını ortaya koydu. Söyleşilerde, neredeyse tüm kesimler ifadenin özgür olmasını isterken, “başkalarının değer yargılarını, inançlarını ve düşüncelerini rencide edecek boyutta” bir ifade özgürlüğüne destek verilmemesi dikkat çekti.

Türkiye’de gazetecilere yönelik uzun yıllardır süregelen baskılar son dönemlerde büsbütün arttı. Birçok gazeteci ve yazar hakkında, onlarca yıl hapis istemiyle davalar açılırken, gazeteler basıldı, gazeteci ve yazarlar darp edilip, başlarına silah bile dayandı. Bu yaşananlar ışığında, ifade özgürlüğünün anlamı ve sınırları yeniden tartışılıyor.

SÖYLENİN TEMASI NEDİR?

İHA muhabirinin, “Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı”nın desteğiyle Güneydoğu’da farklı din ve etnik kimlikler ile siyasi görüşlere sahip kişiler, sivil toplum örgütleri, gazeteciler, sosyologlar ve hukukçularla söyleşiler yaparak, gerçekleştirdiği proje, bölgenin ifade özgürlüğüne bakışını ortaya koyuyor. Söyleşilerde, az sayıda kişi, “İfadenin tartışmasız sınırsız” olması gerektiğini belirtti. Birçok kişi ise, “ifadenin özgür olmasını” istese de buna, “Başkalarını rencide edecek boyutlarda olmamalı” şartını koştu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 1976’da aldığı Handyside kararının da sorgulandığı görüşmelerde, birçok kişi bu kararın varlığından söyleşi sırasında haberdar olsa da, bunun uygulanması gerektiğini, bazı kişiler ise kararda eksiklikler bulunduğunu ve bunun çeşitli sıkıntılara neden olabileceğini vurguladı.

TOPLUMSAL HASSASİYETLER

Söyleşilerde, nefret söylemi, hakaret ve gazetecilerin toplumsal hassasiyetlerine ilişkin konular da irdelendi. Özellikle din olgusu söz konusu olduğunda ifadeye dikkat edilmesi gerektiği yönündeki görüşlerin ağırlıklı sonuç olarak ortaya çıktığı söyleşilerde, bu konudaki kışkırtıcı yaklaşımların ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilemeyeceği belirtildi. Çalışmadan çıkan sonuç, bu kez, “Gazetecinin söylemleri cezai yaptırım gerektirir mi? Cezai yaptırım gerektirirse gazetecinin kalemini başkalarını rencide etmemek adına inceltmesi ne kadar doğru olabilir? Cezai yaptırımın yanı sıra toplumların bilinçlendirilmesi, toplumun değerlerine ters düşen bir fikrin bile korunması gerektiği fikrinden yola çıkarak, koyulacak olan yasanın sınırları kime ve hangi ölçüye göre değerlendirilmelidir ve düşünce provokatif olmamalı, rencide etmemeli derken düşünceye zaten zincir vurulmuş olmuyor mu?” sorularını da akıllara getirdi.

Bu çalışmada 7 ana başlık altında sorulan sorular ve yanıtlardan dikkat çekenler şöyle:

“İfade özgürlüğünün sınırları tartışmasında kim nerede duruyor, siz nerede duruyorsunuz? ve AİHM’in 1976 tarihli Handyside kararı (Düşünceyi açıklama özgürlüğü sadece hoşa giden veya zararsız ya da tepki yaratmaz sayılan haber veya fikirler için değil fakat devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve yeniliğe kucak açma bunu gerektirir ve bunlar olmadan demokratik toplum olmaz) medyadaki ifade özgürlüğünün sınırlarını çizmeli mi?”

KURAN VE İNCİL’DEN ÖRNEK VERDİLER

Soruya, Dicle Üniversitesi (DÜ) İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nurettin Turgay, Kuran’dan, Mardin Kırklar Kilisesi Papazı Gabriel Akyüz ise İncil’den örnekler vererek, değerlendirmelerde bulundu.

Turgay, Paris’teki Charlie Hebdo saldırısına benzer saldırıların onaylanacak bir yanının olmadığını ve ifade özgürlüğünün başkalarını rencide edecek ölçüde olmaması gerektiğini belirtti. Kuran-ı Kerim ve bütün kutsal kitapların ana hedefinin insanların malını, canını, neslini, namusunu, inancını ve fikrini korumak olduğunu kaydeden Turgay, bunlar arasında fikir ve düşünce hürriyetinin önemli bir yerinin olduğunu kaydetti.

Gabriel Akyüz de benzer değerlendirmelerde bulundu. İnsanların özgür olduğunu ancak bu özgürlüğün başkalarına hakaret anlamı taşımadığını anlatan Akyüz, insanların, “Ben özgürüm, istediğimi yaparım, kimse de bana bir şey diyemez” deyip, bu özgürlüğü suistimal etmesinin yanlış olduğuna aktardı.

“SINIR, BAŞKALARINA SAYGI GÖSTERMEK OLMALI”

Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı Başkanı Mansur Uğurgel, ifade özgürlüğünün de bir yere kadar sınırının olduğunu savunarak, bu sınırın aşılmaması gerektiğini, insanların kendi fikirlerini başka toplumları rencide etmeyecek şekilde söyleyebileceğini kaydetti.

Charlie Hedbo’dan örnek veren ve derginin ifade özgürlüğünü kullanırken, başkalarının sınırlarını çiğnediğini savunan Anadolu Arapları Derneği Mardin İl Temsilcisi Mehmet Şerif Akbacı, kışkırtıcı yaklaşımların ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmemesi gerektiğini vurguladı.

“FİKRİN KARŞILIĞI ÖLÜM OLMAMALI”

Mıhallemi Derneği Başkanı Mehmet Ali Aslan, bir kişinin inancına ya da siyasi fikrine hakaret etmenin karşılığının ölüm olmadığını ancak ifade özgürlüğünün kimseye bir inanca hakaret etme ya da dalga geçme hakkını tanımadığını dile getirdi.

“İFADE PROVOKE ETMEMELİ”

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Cafer Koluman, her ne pahasına olursa olsun, herkesin düşünce ve ifade özgürlüğünün olduğuna değinerek, bunun karşılığının katliam ya da cinayet olmaması gerektiğini vurguladı. Koluman, ancak “ifade özgürlüğü var” diye şiddet, provokasyon ve hakaret içerikli ifadelerde bulunulmaması gerektiğini söyledi.

“SINIR KOYMAK İFADEYİ YOK EDER”

İfade özgürlüğünün sınırlarını çizmek konusunda yaygın görüşlerin olduğuna işaret eden Beyt Nahreyn Arap-Arami Birliği Sözcüsü Mim Yavuz Binbay, ancak ifadeye sınır koymanın yok etmek anlamına geldiğini vurguladı. AİHM’in Handyside kararının da bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini belirten Binbay, kararda bazı hassasiyetlerin değerlendirildiğinin, “kışkırtıcılık” denildiğinin ancak hangi ifadenin kimi kışkırtacağının önceden tahmin edilmesinin pek mümkün görülmediğini kaydetti.

“HAYAT HAKKINA MÜDAHALE EDİLMEMELİ”

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği’nin (Mazlum-Der) Diyarbakır Şube Başkanı Ali İhsan Gültekin, ifade özgürlüğünün sınırlarının belli çerçevelerde ancak kimsenin hayat hakkına müdahale olmadan savunulması gerektiği noktasında durduklarını kaydetti.

Siirt Tabip Odası Başkanı ve Türkiye Barış Meclisi (TBM) üyesi Ekrem Bilek, ifade özgürlüğünden taviz verilmesinin ciddi sorunlar oluşturacağını anlatarak, o da başkalarının özgürlüğü engellemediği müddetçe herkesin kendisini ifade etmesinin en tabi hakkı olduğunu aktardı.

“DİN VE DİNİ LİDERLER KONUSUNDA ÖZGÜRLÜK SINIRLANDIRILMALI”

Dil Bilimci Necim Gül, ifade özgürlüğüne sonuna kadar “evet” dediklerini, herkes düşüncesini söyleyebileceğini ancak din ve dini liderler konusunda ifade özgürlüğünün sınırlandırılması gerektiğini savundu. AİHM’in kararına göre her türlü fikrin, düşünce özgürlüğü verilmesi gereken bir hak olduğuna dikkat çeken Gül, “Ancak hürriyeti yok etme hakkının kimsede olmadığı görüşüne varılmıştır. Hürriyeti yok etme çizgisi nedir. Bu konulmadığı için çeşitli sıkıntılar meydana gelebilir” dedi.

“ÖZGÜRLÜK İNSANLARA SU KADAR LAZIM”

Devrimci Demokrat Kürt Derneği (DDKD) Genel Başkanı İmam Taşçıer, düşünce ve ifade özgürlüğünün insanlara ekmek ve su kadar lazım olduğunu belirterek, buna sınırı ancak insanların koyabileceğini, yasalarla sınır konulmaması gerektiğini dile getirdi.

“FİKRİN KARŞILIĞI FİKİR OLMALI”

HDP Diyarbakır İl Eş Başkanı Ömer Önen, fikir özgürlüğünün her fikrin tartışılması anlamına geldiğini ve fikirlerin tartışmayla ya da başka fikirlerle çürütülebileceğini dile getirdi.

SINIRSIZ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ TEHLİKELİ

HÜDA-PAR Diyarbakır İl Başkanı Şeyhmus Tanrıkulu, kutsalı olmayanlar, sekülerist/laik düşüncesine sahip olanlar ve Müslümanlarda olan kutsal anlayışa sahip olmayan kimi din mensupları için ifade özgürlüğünün sınırlarının olmadığını savunarak, bu durumun çok tehlikeli olduğunu ileri sürdü. Tanrıkulu, sınırsız ifade özgürlüğü kavramını aracı kılarak dinlere ve kutsallara karşı verilecek bir savaşa karşı olduklarını vurguladı.

CHP Diyarbakır eski İl Başkanı Mehmet Şerif Doğrul, şiddet ve provokasyon içermediği sürece herkesin kendi düşüncesini ifade etmesi gerektiğini savundu.

“HANDYSIDE VARLIĞINI SÜRDÜRMELİ”

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında “PKK terör örgütü değildir” dediği için hakkında soruşturma başlatılan ve yakalama kararı çıkartılarak, gözaltına alınan Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, ifade özgürlüğünü demokratik bir toplumun temel değerlerden biri olduğuna inandıklarını belirterek, bunun AİHM’in birçok kararında kalın çizgilerle altının çizildiği gibi demokratik bir toplumun vazgeçilmez temel değerlerinden biri olduğunu kaydetti. Ancak bunun sınırlarının olduğunun savunan Elçi, bunun ırkçılık, savaş propagandası ve şiddeti övmek olduğunu, bunların ifade özgürlüğünün sınırları dışında olduğunu söyledi. AİHM’in Handyside kararının çok önemli olduğuna dikkat çeken Elçi, 1976 yılında alınan kararın halen çok önemli bir yargısal enstrüman olarak varlığını sürdürdüğünü ve sürdürmesi gerektiğini dile getirdi.

“İÇERİSİNDE NEFRETİ BARINDIRMAMALI”

Dicle Üniversitesi (DÜ) Sosyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan ise, ifade özgürlüğünü, din ve insanların kutsal gördüğü şeyler üzerinden götürülmesi durumunda konunun çok problemli olduğunu dile getirdi. Özgürlük denilen şeyin sadece din ya da kutsal görünen şeyler olmadığına dikkat çeken Erkan, insanları ve insanların kutsallarını rencide edecek şeylerin ifade özgürlüğü içerisinde değerlendirilmemesi gerektiğini ve ifade özgürlüğü kullanılırken nefret suçunun oluşturulmaması gerektiğini vurguladı. Erkan, Handyside kararıyla sınırın çok iyi çizildiğini ve ifade özgürlüğünün içinde kesinlikle şiddet çağrışımı yapabilecek bir ifadenin olmaması gerektiğine vurgu yaptı.

“NEFRET SÖYLEMİNDE BULUNANLAR UYARILMALI”

“Nefret söylemi cezai yaptırım gerektiren bir suç mu olmalıdır? Yoksa ayıplanması ve mücadele edilmesi gereken bir ahlaksızlık olarak ‘serbest’ mi kalmalıdır? Neden? Her iki seçeneğin Türkiye özelinde artıları eksileri nelerdir ?”

Papaz Gabriel Akyüz, İncil’in dili ateşe benzettiğini ve bir kıvılcımın bir ormanı yakabileceğini anlatarak, nefret söyleminin ayıplanması gerektiğini vurguladı. Bazı toplumlarda nefret söylemi ile sıklıkla karşılaşıldığını kaydeden Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı Başkanı Mansur Uğurgel, bunun engellenmesi ve ayıplanması gerektiğine dikkat çekti. İlahiyatçı Nurettin Turgay, insanlara karşı nefret duygularının dile getirilmesinin, insanlıkla ve İslam diniyle bağdaşmadığını vurgulayarak, bu söylemde bulunanların uyarılması ve yaptıklarının tüm topluma duyurulması gerektiğini anlattı.

“DÜŞÜNCE CEZALANDIRILARAK YOK EDİLEMEZ”

Arap-Arami Birliği Sözcüsü Mim Yavuz Binbay, nefret suçunun insanlık var olduğundan beri olduğuna ve sürekli cezalandırıldığını ancak yok edilemediğine dikkat çekti. Bir düşüncenin cezalandırılarak yok edilemeyeceğini anlattı.

“BUNUN ENGELLENMESİ GEREKMEKTEDİR”

HDP’li Ömer Önen, nefret söyleminin insanları kutuplaştırdığını belirterek, globalleşen dünyada insanlar ahlaki politik toplumun gerektirdiği şekilde bilinçlendirildikçe bu söylemlerin de değerinin kalmayacağını ifade etti.

“NEFRET SÖYLEMİ KESİNLİKLE CEZALANDIRILMALI”

HÜDA-PAR’lı Şeyhmus Tanrıkulu, bunun kesinlikle serbest bırakılmaması gerektiğini vurgulayarak, İslam’da ahlaksızlığın serbest olmadığını ve yaptırım gerektiren büyük-küçük suçların hepsinin son halini almadan önce söylemle başladığını belirtti.

“BERTARAF ETMEK YASALARDAN GEÇER”

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Cafer Koluman, bu söyleme sıklıkla maruz kalan halklardan biri olduklarını belirterek, “Biz bu ülkede yaşayan milyonlarca Alevi olarak gerçekten de halen de nefret içerikli söylemlere maruz kalıyoruz. Bunu bertaraf etmenin tek yolu yasal yollardan geçiyor” diye konuştu.

“TÜRKİYE’DE SİYASETİN DİLİNE EGEMEN”

Gazeteci Mahmut Oral, nefret söyleminin Türkiye’de yeni yeni tartışılmaya başlanan bir kavram olduğunu anlatarak, “Özellikle cinsel yönelimler ve Kürtler söz konusu olduğunda bu söylem siyasetçilerden en sıradan insana kadar her düzeyde karşımıza çıkabiliyor. Bu en ağır karşılıkla cezalandırılmalıdır” dedi.

Baro Başkanı Tahir Elçi, nefret söyleminin yasaklanması ancak nefret saiki ile işlenen suçların daha ağır bir şekilde cezalandırılması gerektiğini savundu. Rüstem Erkan ise, şiddetin, soykırımın ve ırkçılığın oluşumunda büyük ölçüde nefret söyleminin olduğunu anlatarak, bunun ceza yasalarında yer alması doğru olacağını dile getirdi.

“DİNLER TARTIŞILMAYA AÇIK DEĞİL”

“Dinsel inanç ile siyasi fikir arasında ifadenin sınırları bakımından bir fark var mıdır? Olmalı mıdır? Neden?” ve “Bir dinin yasakları bir devletin yasakları olabilir mi? Bir dinin yasakları bağımsız medyanın tabuları olabilir mi? Ne zaman, hangi koşullarda?”

Arap-Arami Birliği Mim Yavuz Binbay, ikisi arasında kuşkusuz farklılıklar olduğunu belirterek, dinsel inançların her ne kadar sonradan edinildiği algısı oluşsa da, ilk çağlardan beri insanlığın ruhsal şekillenmesi ve kültürel gelişmesine etkide bulunan temel olgulardan biri olduğunu ifade etti. Dinlerin kurallarının değişmediğini, bu nedenle de devlet ve dinin birbirinden ayrı iki olgu olduğunu vurgulayan Binbay, dinlerin herhangi bir devlet ya da topluluk tarafından yasaklanmasını tamamıyla insan düşüncesine aykırı olduğunu kaydetti. Binbay, “Şimdi din yasakları getirdiğinde kime karşı getireceksin? Hangi çoğunluğun azınlığı üzerindeki tahakkümü olarak mı göreceğiz? Medya da aynı şekilde. Sınırlamayı neye göre koyacağız tabulara göre ya da algılarımıza göre bunun çok mantıklı bir yanının olduğun düşünmüyorum” dedi

“DİNLER HER ZAMAN SİYASET ÜSTÜDÜR”

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Cafer Koluman, dinlerin her zaman siyaset üstü bir değer olduğunu ve siyasete bulaştırılmaması gerektiğini anlattı. Aksi taktirde bunun demokratik ve özgürlükçü devlet yapısına aykırı olacağını dile getiren Koluman, dini yasaklar ile devletin yasalarının ve medyanın tabularının birbirinden bağımsız olması gerektiğine kaydetti.

“ÇAĞDAŞ DEVLETLERİN DİNİ OLMAZ?”

Sosyolog Rüstem Erkan, kutsal kitaplarda yer alan ifadelerin değiştirilmesinin ve tartışılmasının söz konusu olmadığını belirterek, “Dini hedef alarak da, dini temel alarak da siyaset dili oluşturmamak gerekiyor. Dinin yasakları derken de, çağdaş devletlerin dini olmaz. Çünkü artık devletler çeşitliliğe sahipler. Dolayısıyla çeşitlilik olan devletlerde hangi dinin kuralları alınacak? Medyanın da kişilerin ve toplumların kutsalı üzerinde rencide edecek haber yapmaması gerekiyor” diye konuştu.

“DİNİ KONULARDA SINIRLAMA GEREKLİ”

Dil Bilimci Necim Gül, siyasi fikir konusunda herhangi bir ifade sınırlandırması getirilmesine taraftar olmadığını ancak dini konularda bir sınırlandırmanın gerekli olduğunu savundu.

“TERAZİDE DİNSEL DEĞERLER AĞIR BASAR”

Baro Başkanı Tahir Elçi, iki değerin de teraziye konulması durumunda dinsel değerlerin ağır basacağını kaydederek, bunlar arasında ifadenin sınırları bakımından fark olduğunu dile getirdi. Elçi, tabulaşmış yasaklar olması gerektiğine inananlardan olmadığına da dikkat çekerek, ne dinin bir takım mutlak yasakları ne devletlerin ne de gazetecilerin bir takım tabularının olmaması gerektiğini savundu.

“İNSANLIK ONURU MERKEZE ALINMALI”

HDP’li Ömer Önen, dinlerin kendince yasakladıkları tartışma konusu yapılırken sınırın o dinin değerlerine saygılı olmak ve hakaret etmemeyi gerektirdiğini anlattı. Bir sınırdan bahsedilecekse bu temelde olabileceğini vurgulayan Önen, insanlık onurunun merkeze alınması gerektiğini dile getirdi.

Nurettin Turgay ikisi arasında fark olmadığını belirterek, ancak insanların bu iki konuda da düşüncelerini belirtirken, karşı tarafı rencide etmemesi gerektiğini aktardı.

“BAZI DEVLETLERCE KABUL EDİLEBİLİR”

Mazlum-Der Diyarbakır Şube Başkanı Ali İhsan Gültekin, hem dini hem de siyasi söylemlerin nefret içermediği sürece sınırsız olması gerektiğini vurguladı.

“FİKİRLERİN KAYNAĞI İNANÇLARDIR”

HÜDA-PAR’lı Şeyhmus Tanrıkulu ise, fikirler ve siyasi fikirlerin kaynağının inançlar olduğunu savunarak, dinde ifade sınırı olduğunu, bu sınırın siyasette de olması gerektiğini ileri sürdü. Tanrıkulu, semavi dinlerde yasaklar arasında çelişki olmadığını bu nedenle yasakların devletin ve medyanın yasakları olabileceğini aktardı.

“GAZETECİ GERÇEĞİN PEŞİNDE KOŞMALI”

“Sorumlu gazetecilik toplumun hassasiyetlerini gözetmeli midir?”

İlahiyatçı Nurettin Turgay, gazeteciliğin son derece değerli bir meslek olduğunu ancak gerçeklerin örtbas edilmemesi gerektiğini vurguladı. Gazetecinin her zaman her şeyi doğru bir şekilde yansıtması gerektiğine işaret eden Turgay, medyanın insanları rencide etmeden, insanlara hizmet etmesi gerektiğini kaydetti.

“BEN İTİRAFLARI İFŞA ETMİYORUM”

Papaz Gabriel Akyüz, sorumlu gazetecilerin toplumun hassasiyetlerini gözetmesi ve her şeyi hemen gündeme getirmemesi gerektiğini savundu. Kendisinin bir ruhani olduğunu hatırlatan Akyüz, “Bütün insanlar gelip bana itirafta bulunuyorlar. Ben o itirafları ifşa etmiyorum, açıklamıyorum. Çünkü bazı konularda büyük olaylar çıkabilir. Gazeteciler de bu gibi durumlarda dikkatli olmalı” dedi.

“HALKLARI KARŞI KARŞIYA GETİRMEMELİ”

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Diyarbakır Şube Başkanı Cafer Koluman, sorumlu gazetecinin halkın değer yargılarını göze alarak, özellikle halkları karşı karşıya getiren, halkları ötekileştiren ve dışlayıcı, inkar edici bir söylemden uzak durması gerektiğine dikkat çekti.

“NEFRET SÖYLEMİ MEDYADA YER BULMAMALI”

Anadolu Arapları Derneği Mardin İl Temsilcisi Mehmet Şerif Akbacı, sorumlu gazetecinin gözetmesi gereken ilk ilkenin tarafsızlık olduğunu belirtti. Gazetecinin, hangi haberi ne zaman yayınlayacağına iyi karar vermesi gerektiğini anlatan Akbacı, “Mesela bir milletvekili sürekli Araplara hakaret ediyor ve gazeteler sürekli yayınlıyor. Bunun gibi nefret söylemlerini medya sakınmadan vermektedir. Bu yapılmamalı” diye konuştu.

“GAZETECİ MESLEKİ HASSASİYET DUYMALI”

Arap-Arami Birliği Sözcüsü Mim Yavuz Binbay, gazetecilik mesleğinin halkı bilgilendirme ve doğru bilgiler sunma görevini taşıdığına vurgu yaparak, ancak bunun çok izafi bir durum olduğunu kaydetti. Birine göre doğru olanın başkasına göre yanlış olabileceğine dile getiren Binbay, “Gazetecilikte duyulması gereken tek hassasiyet mesleki hassasiyet olmalıdır. Gazeteci sınırlarını da kendisi koymalıdır” dedi.

“GAZETECİ BİR DENGE YAKALAMALI”

Mazlum-Der Şube Başkanı Ali İhsan Gültekin, bazı noktalarda toplum hassasiyetinin engelleyici olabileceğini belirterek, gazetecinin bir denge yakalaması ve yıkıcı bir etkiden ziyade onarıcı bir şekilde hareket etmesi gerektiğini savundu.

“BU AYRI AYRI DEĞERLENDİRİLECEK BİR KONU”

Gönül Malkoç, sorumlu gazetecinin toplumun hassasiyetlerini gözetmesi gerektiğine dikkat çekerek, ancak “sorumlu gazetecilikten” kastın “bir grubun güdümüne girmek ve toplumun hassasiyetlerinden ziyade o grup ya da görüşün” ilkeleri doğrultusunda yayın yapmak olarak algılanmaması olduğunu dile getirdi.

“HASSASİYETLER ÖZGÜR BASINI SINIRLANDIRIR”

Dil Bilimci Necim Gül, özgür basını ve özgür medyayı sınırlandıran önemli sorunlardan birinin toplumun hassasiyetleri olduğunu anlatarak, ancak gazetecinin kesinlikle bu tür hassasiyetleri dikkate almaksızın sadece ve sadece gerçeklerin peşinde olması taraftarı olduğunu, çünkü hassasiyet denilen şeyin sübjektif olduğunu düşündüğüne vurgu yaptı.

“BASIN BAZI KONULARDA DİKKATLİ OLMALI”

Baro Başkanı Tahir Elçi, insanlığın ortak bir takım değerleri olduğuna dikkat çekerek, savaş kışkırtıcılığı ve ırk ayrımcılığı gibi toplumu birbirine karşı düşmanlığa sürükleyecek konularda basının dikkatli olması gerektiğini dile getirdi.

“BÜYÜK FELAKETLERE YOL AÇABİLİRLER”

HÜDA-PAR’lı Şeyhmus Tanrıkulu, hassasiyetleri gözetme noktasında da en büyük sorumluluğun gazeteciye düştüğünü belirterek, gazetecilerin sorumsuz davranmaları, ölçüp biçmeden gazetecilik yapmaları halinde büyük felaketlere yol açabileceğini anlattı.

“HAKARET NEFRETİ DOĞURUR”

“Hakaretin sınırları nedir, ne olmalıdır? Siyasetçiye hakaret, sıradan vatandaşa hakaret, milli liderlere hakaret, din adamlarına ve dini liderlere hakaret arasında fark var mıdır, olmalı mıdır? Neden?”

Necim Gül, hakaretin bir öfke halinin tezahürü olduğunu belirterek, bunda tolerans tanınması taraftarı olmadığını aktardı. Sıradan vatandaş ile siyasetçiye ya da dini lidere hakaret arasında fark olmadığını anlatan Gül, bunun karşılıklı olarak nefreti doğuracağını ve suç sayılmasında fayda olacağına dikkat çekti.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Şube Başkanı Cafer Koluman, hakaretin sözlü bir saldırı olduğunu ve sınırının olmadığını ifade ederek, eleştiri ile hakaretin birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini kaydetti. Nurettin Turgay, hakaret konusunda insanlar arasında fark olmadığını belirterek, “İnsan insandır. Siyasi lider olsun, dini lider olsun, cinsiyet ayrımı, etnik köken ayrımı gözetmeksizin hiçbir insana hakaret etmeyi tasvip etmiyorum” dedi.

“HAKARETİN SINIRI YOKTUR”

Arap-Arami Birliği Sözcüsü Mim Yavuz Binbay, hiç kimsenin başkasının özel yaşamına girme, özel yaşamı ile ilgili bazı saldırılar yapma hakkının olmadığını belirterek, bunun hakaret olduğunu ve kimse arasında farklılık taşımadığını dile getirdi.

Mıhallemi Derneği Başkanı Mehmet Ali Aslan, hakaretin sınırının olmadığını ancak bazı insanlara bulunduğu konum nedeniyle hareket edilmesi durumunda bunun infiale neden olabileceğine dikkat çekti.

“DOĞU VE BATI ARASINDA FARK VAR”

Mazlum-Der Şube Başkanı Ali İhsan Gültekin, hakaret ile ilgili doğu toplumları ile batı toplumları arasında ciddi bir fark olduğunu savundu. Burada, Hazreti Peygambere ya da Allah’a hakaret edilemeyeceğini ve muhtemelen şiddetle karşılaşılacağını anlatarak, “Ancak böyle bir durumda batıda insanlar size bakacak ve geçeceklerdir. Hatta kendinizi ifade etmenin bir takım yollarını da size göstereceklerdir. Burada toplumsal hassasiyetler o hakaretin sınırlarını belirliyor” dedi.

“TOPLUMSAL SONUÇLAR AÇISINDAN FARK VAR”

Gönül Malkoç, bireyi toplum içinde ötekileştiren, kişiliğini zedeleyen, yaşam hakkını ihlale teşvik eden söylemlerin hakaretin sınırı olarak belirlenebileceğine vurgu yaparak, bu kıstasların bireyin konumuna, siyasi duruşuna, dini inançlarına göre farklılık göstermemesi gerektiğini aktardı.

“İNSAN, ONURU İLE İNSANDIR”

HDP’li Ömer Önen, insanı, insanlık onurunu merkeze alarak, ele almak gerektiğini belirterek, ister siyasetçi, ister vatandaş, ister milli lider, din adamı, dini lider olsun aralarında hiçbir farkın olmadığını ifade etti.

Kaynak: Diyarbakır Söz

Çok Okunan Haberler