DİYARBAKIR-HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Uzay Haber'in çok konuşulup, tartışılan programı "Büyüktimur'la Gündem" proğramına konuk oldu. Canlı olarak salı akşamı ekrana gelen programda Yapıcıoğlu, Gazeteci Yazar Ömer Büyüktimur'un gündemin sıcak konu başlıklarına ilişkin sorularını yanıtladı.
Yapıcıoğlu, Osman Kavala davası, sistem değişikliği ve sistem tıkanıklığı, 12 Eylül cunta anayasası, temsilde adaleti, Kürd Meselesi, Irak Seçimleri, Türkiye ekonomisi, seçim barajı, siyasette kullanılan üslup, parti kapatmaları, Afganistan'da Taliban'ın hükümetinin kurulması, 6-8 Ekim olayları başta olmak üzere iç ve dış gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
“Batı yargıya müdahale ediyor”
10 ülkenin Ankara'daki büyükelçilerinin açıklamalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Yapıcıoğlu, "Temel ilkelerden yola çıktığımızda bu olayın birkaç farklı yönü vardır. Birincisi adı geçen şahıs (Osman Kavala) 4 yılı aşkın süredir tutuklu ve davası halen sonuçlanmamış. Tutuklama bir tedbirdir ve en son başvurulması gereken geçici bir tedbirdir. İnfaz değildir.
Suçlanan kişinin kanunlarda belirlenen ceza ne kadar ağır olursa olsun, bir kişinin suçlu olup olmadığı henüz netleşmeden, mahkeme kararı olmadan insanların çok uzun süre tutuklu kalmaları doğru değildir. Mevcut tutukluluk ile ilgili bir üst sınır vardır. Bu üst sınır da illaki doldurulacaktır diye bir kaide yoktur. Bunlar azami sürelerdir. Yasal süre doldurulmadan ya dava bitirilmeli ya da tutukluluk hali sona ermelidir. Birden fazla dava olduğunda her bir dava için değerlendirmek gerekiyor ama bir de şöyle bir durum var; azami süre dolduğundan farklı farklı davalar açılıyorsa bu da ayrı bir sorundur.
AİHM'ın ihlal kararı var
İkincisi; adı geçen şahısla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu bir ihlal kararı var. AİHM’in verdiği ihlal kararı Türkiye’deki iç hukukta eğer ihlal sonucu bir karar verilmişse ya da bir hak ihlali söz konusuysa Türkiye AİHM yargısını kabul etmiş ve AİHM Sözleşmesine imza atmış bir ülke olarak bu mahkemenin kararlarına uyacağını taahhüt etmiştir. Eğer orada bir ihlal kararı verilmişse yani bir hak ihlali olduğu sonucuna varılmışsa bu ihlallerin ne şekilde giderilebileceği mümkünse o yolların sonuçlarının da ortadan kaldırılması gerekiyor.
Üçüncü boyutu ise 10 farklı ülkenin büyükelçileri topluca birlikte açıklama yapıyorlar. Tarihte böyle bir olayın benzeri var mıdır? Böyle bir durum daha önce olmuş mudur? 10 Ülkenin Büyükelçileri bir araya gelerek ortak bir metin yayınlamaları, bunun altına imza atmaları ve bunu açıklamaları benzeri yok diye biliyorum. Bu farklı bir şey. Vahim bir durum. Çünkü bu büyükelçiler burada. İktidar cenahından bunların istenmeyen adam ilan edilip sınır dışı edilmesi gibi bir öneri geldi. Şimdi böyle bir adımı atarak ilişkileri germe adımı olarak bu okunabilir.
Davaların ne zaman sonuclanacağını
Zaten AİHM bir karar verdiğinde bu kararın gereği yerine getirilmediği zaman Avrupa Komisyonu olaya müdahil oluyor. Avrupa Birliği de mahkeme kararlarının yerine getirilip getirilmediği konusunda takibi yapıyor ve gerektiğinde yaptırımları devreye sokma gibi bir pozisyon da alabiliyor. Hükümet ‘bu içişlerine müdahaledir’ şeklinde çıkış yaptı. Mahkemeler bağımsızdır. Kimse onlara talimat veremez. Davaların ne zaman ve nasıl sonuçlandırılacağı mahkemelerin ne türden karar verileceği hususunda talimat verilemez. Ama eğer Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini iç hukukun bir parçası yapmışsanız ve yargı yetkisini kabul etmişseniz, kendi iç hukukunuzda da tutuklulukla ilgili bir üst sınır koymuşsanız o zaman o kanunların mahkemelerde uygulanması konusunu da kabul etmiş olursunuz." diye konuştu.
10 ülkenin Ankara'daki büyükelçilerinin açıklamaları için "Bu sadece içişlerine müdahale değil, doğrudan doğruya mahkemelere bir talimattır." diyen Yapıcıoğlu, ‘Derhal serbest bırakılmalıdır’ diyor. Şimdi serbest bırakma kararını kim verecek? Yargı makamının veya mahkemelerin vereceği bir kararla ilgili ‘Derhal böyle bir karar verilmesi’ demenin anlamı budur. Batı diyor ki ‘Türkiye’de yargı bağımsız değil’ ama kendileri doğrudan doğruya yargıya müdahale ediyorlar. İşin farklı boyutları da var ama 3 yanlış bir doğru etmiyor.” dedi.
"Biz ıslah edilmiş Başkanlık Sistemi diyoruz"
Başkanlık ve Parlamenter sisteme ilişkin de açıklamalarda bulunan Yapıcıoğlu, "Ne Parlamenter Sistem mükemmel ve eksiksiz bir sistemdir ne de başkanlık sistemi. Her iki sistemin diğerine nazaran avantajlı ve dezavantajlı tarafları vardır. Güçlü ve zayıf olduğu yönleri vardır. Fakat referandum öncesinde de sonrasında da her iki sistemin taraftarları sanki ölüm kalım meselesiymiş gibi bir tavır sergilediler. Başkanlık sistemiyle bir taraf Türkiye uçacak derken, öbür taraf batacak dedi. Muhalefet diyor ki ‘başkanlık sistemi geldiği için Türkiye batıyor, batmaktan kurtulmak için Türkiye bu sistemi terk etmelidir, parlamenter sisteme dönmelidir.’
Parlamenter sistemin sıkıntıları
Parlamenter sistemin sıkıntılarını beraber gördük. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adayı olduğu 2007 yılında Anayasa Mahkemesi ‘367 kişiyle Cumhurbaşkanı seçilemez’ dedi. Hükümet erken seçim kararı aldı. Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya halk tarafından seçileceğine dair bir anayasa değişikliği yapıldı ve halk oylamasına sunuldu. Yüzde 70 oy alarak geçti. Çünkü sistemde bir tıkanıklık vardı. Bugün o tıkanıklık yok. Başkanlık Sistemi yeni bir sistem ve aksayan yönleri var. Aksayan yönleri ıslah edilmeli. Onun için biz ‘Islah Edilmiş Başkanlık Sistemi’ diyoruz. Cumhuriyetten bu yana parlamenter sistemle Türkiye idare edildi. Daha önce Meclis Hükümetleri dönemi görüldü. Başbakanlık sisteminde iki başlı bir idare vardı. Hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan halk tarafından seçiliyordu. Mecliste çoğunluğa sahip olan parti başbakanı seçiyordu. Öte taraftan doğrudan doğruya halk tarafından seçilebilen bir Cumhurbaşkanlığı sistemi vardı. İdarede iki başlılık vardı. O sistemin de aksayan yanları görüldü. Yüzde 49,5 ile tarihin en büyük oyu ile kurulan hükümet devam edemedi. Çünkü iki başlılık vardı. Bütün bunları yok sayıp, halkın istediği bir sistem derseniz ama yüzde 70 ile halk buna karar verdi." değerlendirmesinde bulundu.
"12 Eylül cunta anayasası değişmiyor"
Anaysa değişikliğine hiçbir partinin tek başına karar veremeyeceğinin altını çizen Yapıcıoğlu, herkesin kırmızı çizgileri yüzünden 12 Eylül cunta anayasasının değişmediğini vurguladı.
Yapıcıoğlu, "Anaysa değişikliğine hiçbir parti tek başına karar veremez. Elbette herkesin kendine göre kırmızı çizgisi var. Ama bu kırmızı çizgiler başta masaya konulduğunda zaten anayasa değişikliğiyle ilgili partiler bir araya gelemiyor ve anayasa da değiştirilemiyor. 12 Eylül cunta anayasası. 1982’de askeri cunta tarafından yapılmış ve uygulanan anayasa. Sorarsanız her parti bu anayasadan şikayetçi. Peki, herkes şikayetçiyse niye değişmiyor? İşte bu kırmızı çizgiler yüzünden değişmiyor. Biri diyor ilk 4 maddeye dokundurtmam. Öbürü diyor falanca maddeye dokundurtmam. Öbürü diyor ki falanca sisteme dokundurtmam. Öbürü diyor bu olmazsa ben yokum. Peki bütün bunlar nereye çıkıyor? Bütün bunlar 12 Eylül anayasası devam edecek. 16 Nisan referandumuna hayır diyenler aslında 12 Eylül anayasasının değişikliğine hayır dediler. Peki bu ne demek? 12 Eylül cunta anayasası devam etsin demek. Şu anda da partilerin buna dokundurtmam, şuna dokundurtmam demeleri aynı kapıya çıkıyor. 12 Eylül cunta anayasasının ömrünü uzatıyor. Biz diyoruz ki herkesin kırmızı çizgileri olabilir. Ama bunu masaya koymayın. Cebinizde dursun. Önce bir araya gelelim. Hiçbir parti anayasayı tek başına değiştiremeyeceğine göre ve anayasayı değiştirmek belli bir çoğunluğa ulaşmayı gerektirdiğine göre o zaman gelin tüm partiler bir araya toplanalım. Sadece meclisteki partiler değil, meclis dışı hatta akademik çevreler de bu işin içinde olsun. Sivil toplum da fikirlerini beyan etsin. Nasıl bir anayasa istiyoruz. Herkes torbasındakini döksün. Ortak bir noktada buluşalım. Maalesef partiler bir araya gelemediği için de cunta anayasasıyla devam ediliyor." ifadesini kullandı.
"Temsilde adaleti neye feda ediyorsunuz? "
"Bugünkü seçim kanunları ve bugünkü anayasal hükümet sistemi ittifakı adeta partilere dayatıyor." diyen Yapıcıoğlu, "Cumhurbaşkanlığı adayı yüzde 50 + 1 almak zorundaki cumhurbaşkanı olabilsin. Diğer tarafta ise yüzde 10’luk seçim barajı var. Bu barajın yüzde 7’ye düşürüp düşürülmeyeceği konuşuluyor. Olur mu olmaz mı? Neticede bir seçim barajı var. Baraja karşıyız. Biz herhangi bir ittifakta yer almadık. Önümüzdeki seçimde ittifaklar olur mu? Mümkündür. Onu zamanı gelince konuşuruz. Eğer seçimler zamanında yapılacaksa daha bir buçuk yıl var. 12 Eylül askeri darbesinden sonra adaletsiz bir baraj sistemi getirildi. Yönetimde istikrar sağlansın diye. 1980 öncesi çok partili koalisyonlar, kısa ömürlü ve parçalı hükümetler, biri desteğini çekince dağılan hükümetler vardı. Yönetimde istikrar olsun diye seçim barajı getirildi. Yüzde 10 altında oy alan partiler parlamentoya girmesin, sayı az olsun dediler. Şu anda Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi var. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra cumhurbaşkanını düşürmek için salt çoğunluk da yetmiyor. Daha önce gensoruyla hükümeti, başbakanı düşürebiliyordu. Şu anda mümkün değil. Böyle iken siz istikrarı yakalamışken, peki siz temsilde adaleti niçin feda ediyorsunuz, neye kurban ediyorsunuz? Bunun mantığı yok. Bunun bir gerekçesi de yok. Ne hukuki gerekçesi var ne ahlaki gerekçesi var. Bu yüzden diyoruz baraj olmamalı. Eğer baraj olmazsa temsilde adalet ilkesi daha iyi bir şekilde gerçekleşmiş olur." dedi.
“Kürt Meselesine bizim bakış açımız"
Kürd meselesi tek boyutlu bir mesele değil. Bu mesele sadece devletin bakış açısıyla tarif ettiği şekilde bir güvenlik, şiddet, terör ya da kısmen ekonomik geri kalmışlık meselesi değil." diyen Yapıcıoğlu, " Evet şiddet boyutu da olan, ekonomik geri kalmışlık yönü de olan ama aynı zamanda sosyal, psikolojik, tarihsel, siyasi hatta uluslararası boyutları olan bir meseledir.
Siz meseleyi doğru teşhis etmezseniz ve bütün boyutlarıyla görmeseniz işte böyle çıkışlar olabiliyor. Ne demişti CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu? ‘HDP’ meşru bir muhatap olarak kabul edilebiliriz.’ Yani ‘Meşru kabul etmeyebiliriz de.’ Şimdi bir karar verin. Meşru mu? Değil mi? Neden olabilirlik ihtimali üzerinden konuşuyorsunuz? Diğer taraftan da hükümeti eleştiriyor. İmralı ile Kandil ile siz görüştünüz. Onlar gayri meşru. Ama HDP meşru. O zaman siz HDP’yi bir anlamda İmralı’nın ya da Kandil'in sözcüsü olarak mı görüyorsunuz? Bunu açıkça ortaya koyun. Eğer böyleyse o zaman siz meseleyi tek boyutuyla, devletin bir kısmının ya da klasik CHP bakış açısı ile görüyorsunuz. Meseleyi şiddet boyutu olarak görüyorsunuz. Bu nedenle diyorsunuz; ‘Kürt meselesi bir şiddet, bir terör meselesidir. Bir silahlı çatışma meselesidir.' Siz bunu da durduracaksanız elinde silah olan kişilerle görüşürseniz, devlet onları terörist olarak gördüğü için sizin onlarla görüşmeniz doğru değil. Çünkü onlar meşru değil. Ama Onların meşru temsilcisi vardır. Onlarla konuşun. Bunun Kürt meselesine olumlu yönde katacağı hiçbir şey yoktur. Ama öte taraftan diyorsunuz ki ‘Çözüm yeri Meclistir.’
Oldukça kapalı ve hiç de açık olmayan bir açıklama. Ama birileri çok iyi bir açıklamaymış gibi üzerine atladı. İnsanın aklına şu geliyor ister istemez. Niye böyle bir açıklama yapıldı? İnsanın aklına şu gelmiyor değil. Acaba Kemal Bey gerçekten Cumhurbaşkanlığına aday olmaya kara verdi de HDP’ye ve HDP’nin tabanına bir mesaj mı veriyor, çiçek mi uzatıyor? Henüz adaylar açıklanmamışken, bende potansiyel adaylardan biriyim diye bu çalışmaları yapıyor olabilir. Söylediğim gibi çok çok iyi bir açıklama değil." değerlendirmesinde bulundu.
"Millet geçim derdinde"
"Milletin gündeminde ne Kavala davası ne de siyasi cinayetler de var, millet geçim derdinde." diyen Yapıcıoğlu, "Emin olun milletin gündeminde hükümet sistemi yok, milletin gündeminde Kavala davası da yok. Milletin gündeminde siyasi cinayetler de yok. Millet geçim derdinde. Siyasetin gündemiyle halkın gündemi örtüşmüyor. Toplum zaten yeterince gergin. Toplumun gündeminde onun bu kadar canını yakan mesele varken siz kalkıp böyle şeyleri gündeme getirirseniz, muhtemelen toplum diyecek ki ‘Siz benim gündemime girmemek için ne gerekiyorsa yapıyorsunuz, ısrarla başka şeyleri benim gündemimin önüne koyuyorsunuz.’ diye bir ikazda da bulunabilir." ifadesinde bulundu.
"Nahoş bazı olayların yaşanmasından korkulur"
Siyasetin üslubuna da değinen Yapıcıoğlu, şunları kaydetti: "Siyasetin üslubunun bu kadar sert olduğu, bu kadar kırıcı olduğu, bu kadar hedef gösterici, ötekileştirici, hain diye damgalayıcı olduğu bir dönemde nahoş bazı olayların yaşanmasından korkulur. Ama genel anlamda böyle bir endişeyi dile getirmek başka bir şey. Sayın Kılıçdaroğlu’nun söylediği farklı bir şey. Orada Sayın Cumhurbaşkanının yapmış olduğu konuşmanın belli bir kısmını alarak işte muhalefeti tehdit ediyor, onunla bağlantılı olarak Türkiye’de siyasi cinayetler olacak demesi olayı çok başka bir yere taşıdı. Sayın Cumhurbaşkanının konuşmasını önünü kesip verirseniz, elbette bu cümlelerin üzerine böyle bir endişeyi dile getirmeniz çok ciddi bazı vahim sonuçlar doğurabilir. Sanki gerçekten muhalefeti tehdit etmiş te hükümet cenahından veya hükümete yakın birilerinin böyle bir kaotik ortam oluşturması, seçimi yaptırmamak ya da hükumeti bırakmamak adına böyle bir şeyin yapılacağı şeklinde söylemler tehlikelidir. İktidar partisinden sonra en fazla oy almış partinin genel başkanı olarak böyle bir duyum varsa bunu kameralar karşısında, kamuoyu önünde değil de ilgili makamlara söylemelisiniz. Kemal Beyin yaptığı doğru olmamıştır. Ama siz karşınızda bir muhatap bulamazsanız, bunu iletecek çıkıp basın önünde bunu açıklarsanız o zaman anlaşılır. Fakat Türkiye’de siyasi cinayetler olabileceğine dair böyle bir çıkışı ben siyasi aktrasyon, siyasi manevra olarak görüyorum. Ben savcı olsam birisinin bir suç işleyeceğine dair bir ifade basına düşmüşse, basındaki o şeyi bir suç ihbarı kabul edip re’sen soruşturma başlatırım. Çok ciddi bir iddiadır. Bunu sıradan bir insan söylemiyor. Bir siyasi partinin başkanı ve üstelik şu an partiler arasında kuruluş tarihi en eski ve iktidar partisinden sonra en fazla oyu almış partinin genel başkanı söylüyorsa elbette bir soruşturma açılır."
"Birileri o metni yazıp, Kemal Beyin önüne koymuştur "
Kılıçdaroğlu’nun memurlara kanunsuz emir açıklamasına ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Sözlerinin devamında Yapıcıoğlu, "Kemal Bey, keşke bu açıklamaları yapmadan önce çok yetkin hukukçuların süzgecinden geçirseydi. ‘Kanunsuz bir emir verilirse memur onu yapmak zorunda değildir. Kanuna aykırı bir emir verildiğinde onu yapan kişi sorumluluktan kurtulmaz.’ Bunun böyle olması için bunu kamuoyu önünde deklere etmeye gerek yoktur. Bütün memurlar zaten memur olmadan önce bunu bilir. Siz 18 Ekim diyorsunuz. Bu tarihten sonra yaparsanız sorumlu olursunuz. Peki, o tarihten önce yapanlar sorumluluktan kurtulacak mı? Var mı böyle bir şey? Siz hangi sıfatla o tarihten öncekileri affediyorsunuz. Açıklama hoş olmamıştır, özellikle şu tarihten sonra demek.
Birileri o metni yazıp, Kemal Beyin önüne koymuştur ama iyi bir çıkış olmadı. Bu milletten oy alıyorsanız, bu millet için siyaset yaptığınızı iddia ediyorsanız o zaman her şartta memleketin menfaatine gereken böyle bir üslup takınmanız gerekir, böyle bir yolu takip etmeniz gerekir. Eğer siz kendi 3 kuruşluk menfaatiniz için milleti 3 bin liralık zarara uğratıyorsanız, siz ekonomiyi çökertecek, milleti birbirine karşı kışkırtacak, Allah muhafaza yarın bazı nahoş olaylara zemin hazırlıyorsanız, sosyolojik bir zemin hazırlıyorsanız, ya da psikolojik ortam hazırlıyorsanız o zaman kusura bakmayın, siz siyasetçi değilsiniz. Siz canavarsınız. Kim yaparsa yapsın. Böyle bir siyasi anlayış canavarlıktır." diye konuştu.
"Parti kapatma Türkiye’nin gündeminden çıksın"
6-8 Ekim saldırılarına da değinen Yapıcıoğlu, benzer saldırıların bir daha yaşanmaması temennisinde bulundu.
Yapıcıoğlu, "Katliam yapanları öveceksiniz, teşekkür edeceksiniz, takdirlerinizi bildireceksiniz. Sonra da çıkıp biz şiddet olayları olsun istememiştik diyeceksiniz? Biz parti kapatmaların memleketin gündeminden çıkmasından yanayız. Kobani bahaneli olaylar 6-8 Ekim saldırıları bir daha yaşanmasın diye ben insanım diyen herkesin dua ettiği çok acı olaylar. O olaylarda bizim de canımız ciddi şekilde yandı. 12 kardeşimiz şehid edildi. Parti binalarımıza sistematik saldırılar yapıldı. 25 binamız saldırıya uğradı. Bunlar eşzamanlı oldu. Belki kurumsal olarak en büyük zararı gören kurum, parti HÜDA PAR oldu. Buna rağmen biz diyoruz ki parti kapatmalar ülkenin gündeminden çıkmalıdır.
Memleketin çok farklı yerlerinde 30 küsur ilde ve pek çok ilçede birbirine çok benzer saldırılar oluyorsa, aynı yöntemler kullanılıyorsa ve hedef seçilen bölgeler birbirine çok benziyorsa o zaman akla şu geliyor; bunlar bir merkezden kontrol ediliyor, bunlar organize olaylar. Derin yapılar varsa onların içerisine çöreklenmiş yapılardır. Çünkü en yetkili kurumları KCK ve bileşenleri bunun içinde HDP de var. O dönemde HDP yönetiminde bulunanların cümlelerinden yola çıkarak söylüyorum. Milletvekili ve parti sözcülerinden biri söylemişti; ‘Hiç kimse sorumluluğu sadece Selahattin Demirtaş’a yükleyerek bundan kurtulamaz. Sorumluluk hepimizindir. Hatta sadece HDP’nin de değildir. KCK ve bütün bileşenlerinindir.’
O dönem haftalar öncesinden partimizi hedef gösterdiler, IŞİD’le özdeşleştirdiler, ‘Diyarbakır’da 400 IŞİD dernekleri var’ diyerek İslami Sivil Toplum Kuruluşlarını hedef gösterdiler. Afganistan’da Taliban yönetime geldikten sonra her gün camilerde patlamalar oluyor. Şimdiye kadar o camilerde namaz kılınmıyor muydu? IŞİD dediğiniz böyle bir şey. En fazla Müslümana zarar veriyor. Siz bunu mütemadiyen sistematik olarak bunu söyleyeceksiniz, halkı galeyana getireceksiniz, tam tavına geldikten sonra da sonra da sokağa çıkın diye çağrıda bulunacaksınız. Sokağa çıktıktan sonra da bu kadar kan döktükten sonra da hala bunu savunacaksınız. Bunu görkemli başkaldırı, serhıldan olduğunu söyleyeceksiniz, o katliamları yapanları öveceksiniz, teşekkür edeceksiniz, takdirlerinizi bildireceksiniz, sonra da çıkıp biz şiddet olayları olsun istememiştik diyeceksiniz, kimi inandıracaksınız?
Resmî açıklamalara göre 37 kişi öldü. Olaylar oldu, olaylar olduktan sonra da herhangi bir pişmanlık bildiren bir kelime, bir söz çıktı mı ağızlarından? Sokaklara çıkanları, katliamı yapanları övdüler. Ama sıkışınca da çeteler yaptı, provokatörler yaptı dediler. Peki, provokatörler yaptıysa ben şu soruyu soruyorum; o provokatör dediğiniz kişiler yakalanıp, Ankara’da Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanınca niçin onları desteklediniz, onları savunma pozisyonuna girdiniz? Bunun cevabı var mı?
HDP’nin kapatma davasının temelinde 6-8 olayları yatıyor. Genel anlamda, büyük bir yoğunlukta. Başka olaylarda yatıyor ama buna rağmen biz diyoruz ki birisi suç işlemişse cezasını kendisi çeksin. Parti kapatma bütün bir kitleyi birlikte cezalandırmaktır veya tüzel kişiliği cezalandırmaktır. Parti kapatma olmasın, parti kapatma Türkiye’nin gündeminden çıksın. Ama hiç kimse de suç işleme özgürlüğüne sahip olmasın. Yani bir kişinin siyasi bir kimliği vardır diye ya da seçilmiştir diye ya da başka bir sıfatı vardır diye idari bir sıfatı vardır diye, devlet görevlisidir diye suç işlediğinde bu yargılanamaz diye bir dava da olmamalı." değerlendirmesinde bulundu.
"Küresel sermaye sahiplerinden bağımsız olmalıdır"
"Merkez bankası küresel para babalarından, küresel sermaye sahiplerinden bağımsız olmalıdır." ifadelerini kullanan Yapıcıoğlu, şunları kaydetti:
"Merkez bankaları siyasi iktidarlardan bağımsız olsun diyenler, bir yönüyle küresel para babalarına entegre olsun diyorlar. Merkez bankaları küresel tefecilerden, küresel para babalarından, küresel kapitalistlerden bağımsız olmalıdır. Banka sizinse onlardan bağımsız olmalıdır. Faiz çok büyük sıkıntımız, çok büyük bir baş belası. Geçen sene 180 milyar civarında faiz ayrılmıştı bütçeden. Önceki dönemlerde 2022 yılında bunu 220 milyarı üzerinde bir beklenti var. 220 milyar kaynak faize ayrılacak. İki yılda ödeyeceği miktar 400 milyar TL. bu çok büyük bir rakam. Niçin faiz ödüyoruz? Küresel bir kapitalist sistem var. Sadece Londra’dakilere değil, dünyanın dört bir yanında tefeciler var. Londra’daki tefecilere yoğun bir şekilde para akışı var. Kimseye bedava para borç vermiyorlar. Başkalarına yüzde 1 verdikleri faizi Türkiye’ye yüzde 7 ile veriyorlar. Sizin ekonomik çok güven vermiyor diye. Böyle bir gerçeğimiz var. Niye faize ödüyoruz? Çünkü biz gelirimizden fazla harcıyoruz. Niçin gelirimizden fazla ödüyoruz? Savaş ortamında mıyız, kıtlık içinde miyiz, karnımızı doyurmak için zaruretten gidip borç mu alıyoruz? Çok söyledim, bir daha söylüyorum. İnşallah herkes duyacak bunu. Türkiye’de şahıslar borçlu, aileler borçlu, şirketler borçlu, yerel yönetimler borçlu, kamu iktisadi kurumları borçlu, merkezi hükümet borçlu, herkes borçlu. Kim alacaklı? Birileri zannediyorlar ki Amerika’nın borcu yok. Amerika da borçlu. Amerikan hazinesi de borçlu, Çin de borçlu. Kime? O tefecilere. Kapitalist sistemin özeti bu."
"Irak seçimlerinin en sevindirici tarafı"
Son olarak Irak'ta yapılan seçimlere de değinen Yapıcıoğlu, "Kendi açımızdan baktığımızda Irak seçimlerinin en sevindirici tarafı, kazasız belasız gerçekleşmiş olmasıdır. Oradaki halk kendi iradesini ortaya koyar ve bize düşen, oranın seçmeni olmayanlara düşen de çıkan sonucun hayırlı olmasını dilemek ve oradaki halkın kararına saygı duymak. Sonuç itibariyle yapılan seçim Bağdat’taki parlamentoya gönderilecek olan temsilcilerle ilgiliydi. KDP önemli bir başarı aldı. Irak genelinde de Sadr Hareketi birinci parti oldu. İnşallah Kürdistan bölgesi için ve bütün bölge için hayırlı olur, diye temenni ediyoruz." ifadesini kullandı.
Kaynak: Diyarbakır Söz